İletişim… Bir bakış, bir söz, bir dokunuş, kimi zaman sessizlikle bile kurulan görünmez bir köprü. Bu köprünün nereye varacağı, kimi zaman bizim kullandığımız kelimelerden çok onları hangi yürekle söylediğimize bağlıdır. İşte tam da bu noktada, iletişimin gizli kahramanı “empati” devreye girer.
Empati, bir başkasının duygularını, düşüncelerini kendi içimizde hissedebilme yetisidir. Onun penceresinden bakabilme, onun ayakkabılarıyla yürüyebilme, onun iç sesini duyabilme çabasıdır. Empatinin olmadığı bir iletişim, yalnızca kelime alışverişidir. Ruhsuz, eksik, yarım.
Bugünün dünyasında iletişim çok daha hızlı, çok daha yoğun. Sosyal medya, mesajlaşma uygulamaları, görüntülü konuşmalar… Fakat bir o kadar da yüzeysel. Kalabalıklar içinde yalnız kalan bireyler olarak çoğu zaman ne hissettiğimizi anlatamıyor, karşı tarafın ne demek istediğini tam olarak anlayamıyoruz. Çünkü artık daha çok konuşuyor ama daha az dinliyoruz. Daha çok duyuyor ama daha az anlıyoruz. Oysa iletişim, sadece konuşmak değil; anlamak ve anlaşılmaktır. Ve bu iki temel taş, empati olmadan yerli yerine oturmaz. Bir annenin çocuğunu anlaması, bir öğretmenin öğrencisinin ruh halini fark edebilmesi, bir arkadaşın başka bir arkadaşın yüz ifadesindeki burukluğu sezebilmesi… İşte tüm bunlar iletişimin içten, derin ve dönüştürücü yönünü ortaya koyar. Empatinin dokunuşuyla yapılan bir konuşma, sadece dilde kalmaz; kalplere ulaşır. Empatiyle kurulan iletişim, karşılıklı güveni artırır. İnsanlar, anlaşıldıklarını hissettikçe açılır, anlatır, paylaşır. İletişim artık sadece bir bilgi aktarımı değil, bir duygu alışverişine dönüşür. Bu alışverişte sevgi, saygı ve anlayış vardır. Karşımızdakinin ne hissettiğini düşünmeden sarf edilen cümleler, kimi zaman telafisi zor yaralar açabilirken; bir parça anlayışla kurulan ifadeler en karmaşık problemleri bile çözebilir.
Peki empatili bir iletişimi nasıl kurarız?
Her şeyden önce, yargılamadan dinlemeyi öğrenmeliyiz. Dinlemek, sadece susup karşımızdakinin konuşmasını beklemek değildir. Gerçek dinleme; o kişinin ne anlatmak istediğini, hangi duyguyla söylediğini kavramaya çalışmaktır. Ses tonuna, kelime seçimlerine, mimiklerine dikkat etmektir. Ardından kendimize şu soruyu sormalıyız: “Ben onun yerinde olsaydım ne hissederdim?” Bu soru, iletişimdeki bakış açımızı kökten değiştirir. “Ne dedi?” değil, “Neden dedi?” diye sormak da empatiyi besleyen kuvvetli bir davranıştır.
Toplum olarak birbirimize daha anlayışlı, daha şefkatli, daha empatik yaklaştığımız bir dil geliştirebilirsek, iletişim sadece bir zorunluluk değil, bir iyileşme alanı olur. Birbirimize "Seni anlıyorum" diyebildiğimiz her an, ortak bir insanlık paydasında buluşuruz.
Kelimeler köprüdür ama empati o köprünün sağlam zeminidir. Ve bu zemin ne kadar güçlü olursa, iletişim de o kadar sarsılmaz olur. Kısacası; duymakla dinlemek, anlamakla empati kurmak, konuşmakla iletişim kurmak aynı şey değildir. Kalpten kalbe bir yol varsa, o yol ancak empatiyle yürünür. Kelimeleri kalbe dokunanlara selam olsun…