İnsanlık tarihi boyunca medeniyetler kurulmuş, yıkılmış; gelenekler değişmiş, diller evirilmiştir. Ancak bazı değerler vardır ki, zamanın ve coğrafyanın yıpratıcı etkilerine karşı dimdik ayakta kalmıştır. Doğruluk ve sadakat, bu evrensel değerlerin başında gelir. Onlar, çağdan çağa ve toplumdan topluma farklılığa uğramayan, her kültür çevresinde aynı yüce anlamı taşıyan, sırat-ı müstakim üzere insan olmanın özüdür.
Doğruluk, yalanın zıddı olan "sıdk" (doğruluk, dürüstlük) kökünden gelir ve yalnızca doğruyu söylemekten ibaret değildir. Aynı zamanda kişinin sözünde durması, niyetinde şeffaf olması ve eylemlerinde dürüstlüğü rehber edinmesidir. Dürüstlük, tüm toplumlarda övgüye layık görülmüş, iyi ve güzel olarak kabul edilmiştir. Zira iyi insan, aynı zamanda dürüst olduğu bilinen insandır. Bu değerler etrafında herkes doğal olarak birleşir, çünkü dürüstlük, güven denen o en kırılgan ve değerli bağı inşa eden temel harçtır. Kişinin özüyle sözünün bir olması, onu ahlaki bir olgunluğa taşır.
Sadakat kavramı ise, doğruluk karakterini daha geniş bir düzlemde ele alır. Sadakat kelimesi, hem kendimize hem Rabbimize hem de sevdiklerimize içten bağlılığımızı ifade etmektedir. Bu derin bağlılık ve dürüst olma hâli, İslâm düşüncesinde itikadî ve ahlâkî bir kavram olan istikamet (dosdoğru olma) ile de yakından ilişkilidir. Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim, müminlere bu yolun önemini şöyle hatırlatır: Mealen Allah (cc) “Ey inananlar! Allah’a karşı saygılı olun ve özü-sözü doğru olanlarla beraber bulunun.” (Tevbe sûresi, 119) buyurarak, inananları daima doğru olanlarla birlikte olmaya ve bu ahlaki ilkeye sarılmaya davet eder. Bu ayet, doğru olma hâli, dürüstlük, sıdk, sadâkat, istikamet, hak ve hidâyet anlamına gelen bir yaşam biçiminin pusulasıdır.
İslâm'ın hayat yolu olan sırat-ı müstakim, eğrilik ve sapmanın olmadığı, dosdoğru yoldur. Bir kimse, doğruluğu hayatının temel prensibi edinirse, o kişi sıddîk mertebesine ulaşır. Sıddîk, doğruluğu ilke edinmiş, sözü özüne uyan, bu konuda zirveye çıkmış kişidir. Sadakat; bir bütün olarak kişiliğin tüm unsurlarının, yani niyetin, sözün ve eylemin, ilâhî değerlere uygun, uyumlu ve tutarlı bir şekilde işlemesini ifade eder. Bu uyum, insanın eğilim ve ihtiyaçlarını vicdan ve hakikat süzgecinden geçirerek kontrol etmesini dile getirir; yani içsel ve ruhsal bir dürüstlüktür. Kur’an’ın öngördüğü sadakat karakteri, insan ilişkilerinde dahi, Yaratıcı ’ya karşı olan sadakatten bağımsız değildir.
Bu iki değerin gücünü, tarihin en çarpıcı anlarında görmekteyiz. Örneğin, zorlu koşullar altında bile sözünden dönmeyen komutanların hikayeleri; menfaat yerine doğruluğu tercih eden ve bu uğurda her şeyi göze alan liderlerin duruşu, sadakatin sadece bir duygu değil, omurgalı bir eylem olduğunu gösterir. Edebi eserler de bu temayı sıklıkla işlemiştir. Shakespeare’in eserlerindeki ihanetlerin yıkımı, sadakatin ödülünü daha da değerli kılar. Dostoyevski’nin karakterlerinin iç çatışmaları, doğru olanı yapma mücadelesinin ne kadar evrensel ve zorlu olduğunu gözler önüne serer.
Dolayısıyla doğruluk ve sadakat; modern dünyanın hızında, karmaşasında ve ne yazık ki artan aldatıcılık eğiliminde unutulmaya yüz tutmuş gibi görünse de, insan ruhunun en temel dayanaklarıdır. Onlar, sadece bireysel karakterimizi sağlamlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal güveni inşa eden, aile bağlarını güçlendiren, ticari ilişkileri dürüst kılan ve adaleti ayakta tutan yegâne mihenk taşlarıdır. Bu evrensel pusulalarımızdan sapmak, hem bireysel hem de toplumsal felaketlere yol açar. Bu nedenle, her çağda ve her koşulda onlara sahip çıkmak, insan olmanın bir gereğidir.
Dursun MÜLAZIMOĞLU