Son zamanlarda sosyal medyada güya Osmanlı padişah annelerinin kimliklerini gösteren bir liste dolaşmaya başladı. Sosyal medya ile ilişkilerim çok sınırlı seviyede olduğu için kişisel çevremden ve Whatsapp uygulaması üzerinden şahsıma meselenin aslı sorulunca haberdar oldum.

Liste içler acısı. Buna göre Yıldırım Bayezid’den itibaren tüm Osmanlı padişah anneleri Hıristiyan veya Yahudi kökenliymiş (!). Tamamen manipülatif ve kafa karıştırıcı bir kötü niyetle oluşturulmuş olan liste bu milleti ecdadına küfrettirmek üzere hazırlanmış olup, Türk Milleti düşmanlarının dolaşıma soktuğu bir paçavradan ibarettir. Koro hâlinde Osmanlı’ya küfrettirme politikasının yeni (veya benim yeni gördüğüm) ve sinsi bir projesidir bu.

Akademik olarak hiçbir değeri olmayan bu gibi listeler maalesef kafa karıştırmakta çok işe yarıyor. “sinek küçüktür ama mide bulandırır” ve “çamur at tutmazsa izi kalır” nev’inden olan bu iddialar karşısında sessiz kalmak da tarihçiyim diye gezen bizlere yakışmaz.

Her şeyden önce Osmanlı padişah anneleri kim olursa olsun, hanedanın başlangıcından devletin yıkılışına kadar geçen yaklaşık 6,5 asır boyunca (1281-1922) Osmanlıların bu vatana unutulmaz hizmetleri milletin onları her daim rahmetle yâd etmesini sağlamıştır.

Son ve bahtsız padişah Vahdeddin’e atfedilen; “ailemizden akli dengesi yerinde olmayanlar, zulüm derecesinde istibdat gösterenler vs. çıkmıştır ama asla hain çıkmamıştır” sözü bu tarihi hakikatin hanedan dilinden ifadesidir. Gelelim padişah annelerine;

Hanedan kuruluş ve yükselme asırlarında kendisine denk Türk hanedanlarıyla karşılıklı evliliklerle şekillenmiştir. Kuruluştan itibaren Anadolu, Türk Beylikleri ile dolu idi. Bunlar arasında geleneksel bir yakınlık içinde bulundukları Germiyan, Candar ve Dulkadır Hanedanları ön plana çıkar. Osmanlı’ya düşmanlığıyla meşhur olmuş Karaman Hanedanı bile Osmanlı Hanedanı ile akrabalık kurmuştur. Karamanoğlu Mehmed Bey (14. Asrın 2. Yarısı) 1.Murad’ın kızı Melek Hatunla evliydi.

Bunlar içinde tek istisnaî durum Orhan Beyin eşi ve Rumeli Fatihi Şehzade Süleyman Paşa ve 1.Murad’ın anneleri olan Rum tekfurunun kızı Nilüfer Hatundur. Bilecik ve Yarhisar Tekfurlarının çocuklarının düğünü bahanesiyle Osman Gazi’ye kurdukları tuzak, Harmankaya Tekfuru Köse Mihail’in haber vermesiyle tersine dönmüş ve Osman Gazi tuzağı boşa çıkarıp, tekfurları alt ederek gelini (Holafriya) oğlu Orhan’a nikâhlamıştı. Müslüman olan bu kız hanedanın büyük ninelerinden birisi olarak birçok hayır eseri yaptırmış ve Bursa’daki Nilüfer Çayı’nın da isim sahibi olmuştur.

Fatih’in annesinin Sinop’taki İsfendiyaroğlu’nun, 2. Murad ve Yavuz’un annelerinin de Dulkadır beylerinin kızları oldukları zaten bilinen bir hakikattir. Kanuni’nin annesi Hafsa Sultan ise Cengizoğulları sülalesinden gelen Kırım Hanı Mengli Giray’ın kızıydı.

Osmanlı’nın kendine denk hanedan kızlarıyla evlilik yapma geleneği aslında bir devlet politikasıdır. Böylece hem Anadolu’da akrabalık bağı ile sıhrî bir ittifak ve nüfuz kuruluyor hem de toplum içinde saraya dünür olacak herhangi bir ailenin bu akrabalık bağını politik bir güce dönüştürmesine imkân bırakılmamış oluyordu.

O dönemde politik gerekçelerle devlete tabi hale gelmiş Bizans ve Sırbistan prensesleriyle de evlilik yapılmıştı. Ancak bunlar ya çocuk sahibi olmamışlar ya da doğurdukları şehzadelere taht şansı verilmemişti. Orhan Gazi’nin Bizans İmparatoru İonnes Kantakuzenos’un kızıyla evliliğinden doğan Şehzade Halil bunun tek istisnai örneğidir.  Yıldırım Bayezıd’ın Sırp eşi Despina Hatun ve 2.Murad’ın Sırp eşi Mara Hatun çocuk doğurmayan ama Sırbistan’daki Osmanlı politik nüfuzunun devamını sağlayan insanlardı.

Ankara Savaşı’nda Anadolu Beyliklerinin askerleri Timur tarafına geçerken, Osmanlı ordusundaki Sırp yardımcı kuvvetlerinin savaşın sonuna kadar Timur’a karşı savaşmış olmaları da tarihin garip bir cilvesiydi. Mara Hatun ise 2.Murad’ın ölümüyle Fatih’ten Sırbistan’a dönmek için izin istemiş ve ricası kırılmayarak Sırbistan’a gönderilmişti. Fatih’in mektuplarında “ana” diye hürmet ettiği bu kadın ölene kadar Sırbistan’da Osmanlı taraftarlarının başını çekmiş ve Fatih’e sürekli bir bilgi akışı sağlamıştır. Benzer bir şekilde Akkoyunlu Uzun Hasan da Trabzon Rum Hanedanı olan Komnenosların kızıyla evlenerek Tebriz ticaret yolunu Karadeniz’e açan politik bir evlilik yapmıştı.

16. asırdan itibaren Anadolu’da herhangi bir Türk Beyliğinin kalmaması ve Kırım Hanlığının da çok güçlü bir devlet oluşu sebebiyle Osmanlı Sarayında nüfuz kazanması istenmediğinden artık evliliklerde cariye kökenli kızlar tercih edilmeye başlanır.

Kuzeyde Kırımlılar vasıtasıyla Deşt-i Kıpçak (Kuzey Karadeniz) ve Kafkaslar ile Akdeniz’de Türk deniz akıncıları (korsan sınıfı) tarafından ele geçirilen esirlerden küçük yaşta ve fiziken tercih edilebilir düzeyde olanların bir kısmı saraya cariye olarak yetiştirmek üzere satın alınırdı. Bu uygulama o dönem için tüm dünyada yaygın olan bir usuldü.

Aynen devşirmelerin yetiştirilmesi gibi küçük yaştan itibaren İslâm dini, Türk örf ve ananesi içinde ve muazzam bir devlet terbiyesi ile yetiştirilen bu kızların bir kısmı sarayın çeşitli hizmetlerinde vazife alırken, bir kısmı enderûndan yetişerek sancak beyi olarak taşraya atanan içoğlanları ile evlendirilir, bir kısmı da padişah haremi için ayrılırdı. Sistemin genel işleyişi bu idi.

Devlet bu sayede padişah eşi veya annesi olacak bu kızların herhangi bir akrabasının olmaması dolayısıyla taşrada güç kazanacak bir aile oluşumuna da izin vermemiş olurdu. Kısaca bu kızların her şeyleri devletti!

16. asrın 2. yarısından 17. asrın sonlarına kadar cariye asıllı ve aslen Gayrimüslim çocuğu iken Müslüman Türk terbiyesi ile yetiştirilen birkaç valide sultan vardır. Bunlar 2.Selim’in annesi Hürrem Sultan (Ukran-Slav), 3.Murad’ın annesi Nurbanu Sultan, 3.Mehmed’in annesi Safiye Sultan (Venedik),  4.Murad ve Sultan İbrahim’in annesi Kösem Sultan (İtalyan) ile 4.Mehmed’in annesi Hatice Valide Tarhan Sultan’dır.

Bunlar içinde politikaya en fazla müdahil olarak adını entrikaların ve politik hırsların zirvesine yazdırmış olan Kösem Sultan en meşhurlarıdır. 2.Selim, 3.Murad ve 3.Mehmed’in zayıf karakterli oluşları ile 1.Ahmed’in genç yaşta ölümünden sonra geride çocuk yaşta şehzadeler bırakması saray kadınları ve ağaları, yeniçeri ve sipahi generalleri ile bir kısım vezirlerin politik çekilmeleri devletin yarım asır kadar bir süre kargaşaya sürüklenmesine yol açar. İşin ilginç yanı ise devleti bu kargaşadan ve kadınlar+ağalar saltanatından yine bir valide sultanın, yani Hatice Valide Tarhan Sultan’ın kurtarmasıdır. (Eminönü’nde Yeni Cami’nin banisi)

18. asırdan itibaren ise padişah annelerini çoğunlukla Kafkas asıllı (Çerkez, Gürcü, Abaza vs) kadınlar olarak görüyoruz. Bunlardan en meşhurları 2. Mahmud ile 2.Abdulhamid’in anneleridir. 2.Abdulhamid’in Çerkez olan annesini Ermeni olarak gösteren ve yazımıza sebep olan uyduruk listeyi hazırlayanların, Ermenilerin Doğu Anadolu’da devlet kurma hayallerine set çeken bu büyük padişahın yine Ermeniler tarafından “Kızıl Sultan” diye hakarete tabi tutulduğunu ve onlar tarafından 1905’te bombalı suikastla hayatına kastedildiğini bile görmezden gelmeleri aklımızla alay etme çabasından başka bir şey değildir. 

Bu konuda, duayen tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın 21.02.2016 tarihli şu yorumu dikkat çekicidir;Türk amatör tarihçiliği zaman zaman ırkçı veya güya çok İslamcı eğilimlerle birtakım uyduruk padişah eşi isimleri veriyor. Liste bu kadar kalabalık değil, piyasada dolaşanların da hiçbiri doğru değil. Böyle Janet, İda, Bulgar Sonya, Helga gibi isimlere lütfen itibar etmeyiniz. 19’uncu yüzyıldaki padişah karıları ve anneleri hemen hemen Kafkas asıllı beylerin saraya hediyesidir. Maalesef hanedana gelen gelinlerin künyesi iyi tutulmamıştır. Fakat isimler böyle uyduruk listelere neden olacak kadar kalabalık değildir. Son Osmanlı Padişahı Vahdeddin’in damarlarındaki Türk kanının yüzde 0.6 nispetinde olduğu nasıl tespit edilmiş ben şaşarım; hiçbir jeneolojik tespit böyle hassas bir miktar veremez.”(https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/padisah-analari)

İbrahim KANADIKIRIK