Vaktin Kıymetini Bilmek: Tüketilen Değil, Verimli Kullanılan Bir Ömür Olacaktır

Hepimiz ömür dediğimiz bir yaşamın dinamikleri içinde, bir bitiş çizgisine yetişme telaşıyla koşuşturuyoruz. Yüksek hedefler, karmaşık projeler, yoğun gündemler... Peki, bu telaşın merkezinde, en hızlı ve geri gelmez şekilde akıp giden nedir? Cevap basit ve sarsıcı: Zaman.

İnsanın zihin dünyasında anlamı ve mahiyeti tam anlaşılamayan bazı kavramlar bulunmaktadır. Bunlardan biri de zaman kavramıdır. Felsefeden bilime, tarih boyunca herkesin tartıştığı bu olgu, anlaşılması en zor mefhumlardan biri olagelmiştir.

Ancak karmaşıklığı ne olursa olsun, bir gerçek var ki; zaman, sadece günlük planlarımızın bir aracı değil, varlığımızın bizzat özüdür.

Sadece Allah (cc) hariç, bütün varlıklar zamana tabidir. İnsan, zamanın içerisinde yaratılmış, onunla sınırlı ve sorumlu kılınmıştır. Bu nedenle zaman, insanoğlunun en büyük, en kıymetli hazinesi ve kaybedildiğinde asla telafi edilemeyen yegâne sermayesidir.

Gerek ticari ve gerekse de kurumsal hayatta sermaye, her türlü varlığın temelidir. Maddi kayıpları, hatta itibar zedelenmelerini dahi zamanla telafi edebilir, yeniden inşa edebiliriz. Ancak, boşa geçirilen bir saniye bile asla geri getirilemez. İşte zamanı bu denli eşsiz ve değerli kılan şey, onun tek yönlü ve tükenen bir kaynak oluşudur.

Rabbimiz Kur'an-ı Kerim’de "Asr" (Zaman/Çağ) üzerine yemin etmesi, bu mefhumun basit bir takvim çizelgesi olmaktan çok öte, üzerinde düşünülmesi ve eyleme geçilmesi gereken bir kutsallığa sahip olduğunu gösterir. Bu yemin, zamanı en temel insanlık sorunuyla, yani "hüsranla" ilişkilendirir.

Ne yazık ki, insanlığın genel eğilimi, boş geçen zamanı "dinlenme" veya "kazanç" zannetmek olabiliyor. Oysa ömrümüzü eksilten her saniye, ecelimizi yaklaştıran bir çentiği temsil eder. Dinlenme bile, verimli bir çalışma periyodunun ardından gelen bilinçli bir yatırım olmalıdır. Asıl israf, ölçüsüz ve amaçsız geçirilen her andır; yani hüsrana dahil olmaktır.

Zamanı Ölçülü ve Bilinçli Kullanmak

Zamanı değerlendirmek, onu yalnızca "doldurmak" değil, "ölçülü, disiplinli ve bilinçli kullanmak" demektir. Bu, zamanı; iş, ibadet ve makul bir istirahat döngüsüne bölerek ona hükmetmekle mümkündür. Hem kurumsal başarı hem de bireysel huzur, bu disiplinden doğar.

Unutmamalıyız ki, insan ömrü sınırlı ve sonludur. Bu sınırlı süre içerisinde, sınırsız ve sonsuz mükafatları kazanabilmek, aynı zamanda dünya hayatında kalıcı başarıyı yakalayabilmek, ancak zamanı en doğru ve en verimli şekilde kullanmakla mümkündür.

Bu verimlilik, sadece "çok çalışmak" anlamına gelmez; asıl olan doğru çalışmaktır. Kurumsal dünyada sıkça vurgulanan etkinlik (işi doğru yapmak) yerine, önceliği etkililiğe (doğru işi yapmak) vermemiz gerekir. Zaman sermayesini en iyi şekilde değerlendirmek için, planlama sürecinde acil olanı değil, önemli olanı merkeze koymalıyız. Bu stratejik yaklaşım, ertelemeyi (tesvif) hayatımızdan tamamen çıkarmayı gerektirir. Unutulmamalıdır ki, Bir insanın lüksü olan boş vakti yoktur; olsa olsa bir görevi bitirip diğerine geçmeden önceki kısa soluklanma anları vardır.

Çünkü zaman, sadece bir kayıp ya da kazanç meselesi değildir; o, aynı zamanda geleceğin inşa edildiği, eserlerin vücut bulduğu temeldir. Tıpkı bir iş insanının sermayesini en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde yönetmesi gerektiği gibi, biz de ömür sermayemizi en verimli, en hayırlı ve en bereketli şekilde kullanmak zorundayız.

Hülasa; Ömür, geriye dönülüp tekrar izlenemeyecek tek filmin adıdır. Bu filmi; kayıp, pişmanlık ve israf sahneleriyle değil, eser, gayret, vizyon ve huzur dolu karelerle doldurmak, bizim elimizdedir.

Vakti, Tüketilen bir yük değil, Üretilen bir değer olarak görmek, hem bu dünyada bir iz bırakacak, hem de ahiret huzurunun anahtarı olacaktır.

Dursun MÜLAZIMOĞLU