Bir mekânın en yüce payesi, ona Vahy-i İlahi tarafından bahşedilmiş olan kutsallıktır. Kudüs ve bağrında taşıdığı Mescid-i Aksa, şüphesiz bu ilahi tescile mazhar olmuş mübarek yerlerdendir. Yüce Allah, İsra Suresi'nin ilk ayetinde "kulunu Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu" bildirerek buranın manevi değerini bizzat ilan etmiştir. Bu mübarek topraklar, Kur'an'da aynı zamanda "mukaddes toprak" (Maide, 5/21) ve "iyi, güzel bir yer" (Yunus, 10/93) olarak nitelendirilmiştir.

Peygamberlerin Mirası ve Müslümanların İlk Kıblesi

Kudüs'ün İslam tarihindeki yeri, sadece çevresinin bereketlendirilmesiyle sınırlı değildir. Burası, Müslümanların ilk kıblesi olma şerefini 16-17 ay boyunca taşımış, aynı zamanda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.s.) İsra ve Miraç mucizesinin başlangıç noktası olmuştur.

Hz. İbrahim'den Hz. Musa'ya, Hz. Yusuf'tan Hz. İsa'ya kadar pek çok peygambere ev sahipliği yapan bu kadim topraklar, tevhidin ve ilahi davetin merkezlerinden biri olarak imanın, azmin ve ibadetin yurdu olmuştur.

Adalet ve Güven Yurdu: İslam Yönetimi Modeli

Kudüs'ün Müslümanların yönetimine geçişi, Hz. Ömer'in 638 yılındaki fethiyle kansız bir şekilde gerçekleşmiştir. Halife Ömer, şehir halkının can, mal, kilise ve ibadet hürriyetlerini güvence altına alan bir ahidname (güven mektubu) yayınlayarak tüm inançlara saygıyı temel almıştır.

Yaklaşık 14 asır süren İslam hâkimiyeti, Kudüs'ü farklı inançlardan insanların barış ve güven içinde yaşadığı adalet ve çok kültürlülük modelinin nadide bir örneği haline getirmiştir. Tarihin şahitliğiyle, Hristiyan ve Yahudi cemaatler bu dönemde inançlarını özgürce yaşama imkânı bulmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman'ın şehri yeniden imar etmesi ve günümüze ulaşan surları inşa ettirmesi de bu himayenin en somut göstergelerindendir. Ancak bu adalet ve huzur dönemi, Haçlıların şehri işgal ederek yaklaşık 88 yıl süren zulmüyle kesintiye uğramış; sonrasında ise uzun yıllar boyunca tekrar Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiştir.

Günümüz Manzarası ve İslam Birliği

Ne yazık ki, I. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı himayesinden çıkan Kudüs ve Filistin toprakları, o günden bu yana bitmek bilmeyen bir acının, işgalin ve zulmün simgesi olmuştur. Bugüne kadar dünyanın gözü önünde Filistin halkına yönelik hukuksuzluklar ve soykırım yapılmıştır. Uluslararası hukukun ve insanlığın vicdanının sustuğu bu karanlık manzara karşısında, Müslüman âleminin sadece duygusal tepkilerle yetinmesi kabul edilemez bir durumdur.

Bu karanlık tablonun değişmesi, her şeyden önce İslam coğrafyasındaki birlik ve iş birliğinin yeniden tesis edilmesine bağlıdır. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi oluşumların Filistin meselesinde daha somut ve kolektif adımlar atması, yalnızca Filistin halkı için değil, tüm İslam ümmeti için bir zorunluluktur. Müslümanların, Kur'an ve Sünnetin emrettiği kardeşlik, adalet ve vahdet ilkelerini hayatlarına rehber edinerek fitne tohumlarını temizlemesi ve küresel vicdanı harekete geçirecek güçlü bir siyasi irade sergilemesi şarttır.

Kudüs'ün, Mescid-i Aksa'nın ve tüm mazlum coğrafyaların esenliğe kavuşmasının yegâne yolu, İslam âleminin vicdanının uyanışında ve eyleme geçmesinde gizlidir.