Geçen hafta sözde ‘barış için akademisyenler’ grubu tarafından açıklanan bildiri gündeme oturdu. Bu bildiriye karşıTürkiye’nin sağduyulu kamuoyu ayağa kalktı ve belki de ilk defa dozajı hayli sert tepki gösterildi.
Her gün vatan evladları şehadet şerbeti içerken.. Sözde aydınların bu umursamazlığı ve meseleye (terörle mücadele) şaşı bakması hepimizi derinden üzdü. Terör şebekelerine destek olmanın hangi ‘akademik’ kitapta yazdığını bulmaya çalıştık!
Araştırdık, soruşturduk, düşündük... Bu kadar robotu kimin kopyalamış olabileceğini bir türlü bulamadık. Bu toprakların ‘kendisine yabancı’ hatta düşman ‘zihinleri’ hangi ekmek ve su ile büyütebildiğini bir türlü anlayamadık. Aziz vatanın ekmeğinin mi tuzu yok, yoksa birileri robotik beyinlere kanser mi enjekte ediyor bir türlü işin içinden çıkamadık.
Aydın tabiri, ‘ışık alan, ışıklı, aydınlık’, ‘okumuş, kültürlü insan’ için kullanılır. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz düsturunca bunların ‘aydın’ tabirini hak etmediklerini, ‘KARANLIK’ ibaresinin kendileri hakkında daha uygun olacağını düşünmeye başladık. Bu karanlığın sebebini de muhtemelen beyinlerindeki mantarımsı tabaka sebebiyle ışıktan mahrum kalmalarına bağlıyoruz. Başka türlü işin içinden çıkamadık.
Peki ne diyor bu Aydıncıklarımız kısaca ona bir bakalım.Türkçe ve kürtçe! hazıladıkları bildiriye "Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!’ nidası ile söze başlamışlar. İnsanın breh breh diyesi geliyor, suç neymiş onu da şöyle özetlemişler.
“Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını haftalarca süren sokağa çıkma yasaklarıaltında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere, Anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal’ etmekteymiş!.
Üstelik ‘Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye'nin kendi hukukunun ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali’ niteliğindeymiş!.
Devlet, “... katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal’ vazgeçmeli, ‘sokağa çıkma yasaklarını’ kaldırmalı, ‘gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek’ cezalandırmalıymış!.
Zararların tazmini, sık sık uluslararası gözlemci talebi, müzakere koşullarının hazırlanması, kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulması hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını da talep ediyorlarmış!.
Özetle böyle bildiri-cik! Yok, yok içinde, gaflet, dalalet, ihanet namına ne ararsanız var. Sanki hitap ettikleri düşman bir ülkenin Devleti ya da Hükümeti, sanki bunlar bu ülkede yaşamıyorlar, sanki olan bitenden bi haberler!..
Bir an bu zırva bildiriyi; Anayasal çerçevede, (Mad:26) fikir ve düşünceyi açıklama/yayma hürriyeti kapsamında düşünmek istiyoruz. Ancak Anayasanın devamı maddelerinde (27-28) bu hürriyetlerin kullanımı ile ilgili kısmi ve mutlak sınırlamaları açıkça görüyoruz. Hiç bir hürriyet Anayasamızın başlangıç hükümlerini de ihtiva eden ilk 3 maddesini hedef alamaz diyor Anayasanın bizatihi kendisi.
Dahası bu beylerin! yaptığı gibi devletin güvenlik güçlerinin karşısına çıkan terör şebekelerine bir egemen devlet muamelesi yapılamaz. Ceza Kanunumuzda suçu ve suçluyu övmenin bizatihi suç olduğu açıktır. Cumhuriyet Savcılarımız ve İDARE süratle ve kararlılıkla gerekli işlemleri yerine getirmelidir.
Hep birlikte zor bir süreçten geçiyoruz. İhanet maşaları dört dört koldan ‘iç karışıklık’ çıkartmak, Türkiye’yi Suriye yapmak istiyorlar. Sağduyumuz inşallah buna imkan vermeyecektir. Hükümet kesinlikle hainlere itibar etmemeli, operasyonları son ayrık otu temizlenene kadar hız kesmeden kararlılıkla devam ettirmelidir.