1938 başında uzun süredir hissedilen halsizlik ve iştahsızlığa şimdi yeni iki illet eklenmişti. Burun kanaması ve kaşıntı. Olur, olmaz yerde Atatürk'ün burnundan kan boşanıyor ve ancak tamponlar konarak engellenebiliyordu. Bu arada sol bacağının kasık bölgesiyle diz kapağı arasında müthiş bir kaşıntı başlamıştı. Geceleri sofrada öksürük nöbetleri geliyor, soluk almakta zorlanıyor, boğuluyormuş gibi oluyordu. Doktorlardan birinin Çin'den Avrupa'ya gelen ve et yiyerek beslenen karıncalar teşhisi koymasıyla, karıncalardan kurtulmak için Yalova 'ya kaplıcalara gitti. Atatürk Yalova'da gerçek teşhisle karşılaştı. Kaplıcanın kurucu müdürü Nihat Reşat Belger hemen karaciğerden kuşkulandı ve büyümeyi fark etti. Karaciğerdeki büyüme siroz başlangıcının işaretiydi. Ve bu teşhiste en az bir yıl gecikmişti. Yalova'da 11 gün boyunca bir kampa alındı. Kendisine hemen her dakika glikozlu serum takıldı. Ve tedavi kısa sürede sonuç verdi. Kaşıntılar azaldı Ata iştahlandı. Hatta Yalova'ya geldiğinde 74 olan kilosu 75'e çıktı. Ama bu bir geçici sıhhatti. Doktoru kürü 3 hafta daha yapalım dediyse de olmadı. Sağlığına kavuştuğunu sanıyordu. Belediye salonunda şerefine düzenlenen bir balo vardı. Saat 10'u çeyrek geçe saatine baktı ve balo saatinin gelmiş olduğunu fark etti. Herkes smokinler tuvaletler içinde salonda yerini almıştı. Atatürk gelmişti ve pardösüsünü bırakarak Vali'nin eşine kolunu teklif edip salona girdi. Vals çalmaya başlayınca bayanlardan birinin önünde eğilerek sahneye çıktı. Ve herkesi şaşırtacak bir dans gerçekleştirdi. Yanındakiler hazır keyfi yerindeyken otele döndürebilsek diye düşünüyordu ki orkestra şefi Mehmet' e: ‘Zeybek’ diye bağırdı. Orkestra üyeleri şaşkınlıkla zeybek melodisini mırıldanmaya çalışırken yeniden gürledi:’Hayır hayır o değil sarı zeybek’. Az sonra zeybek havasıyla Gazinin ölüme meydan okuyuş dansı başladı. Rejime uyarsa en az 9 ay yaşayabilir teşhisi konulan bu adam dizlerini yere vura vura zeybek oynuyordu. Gece daha sonra salonda güreş tutan pehlivanlarla sürdü. Saat sabahın 4'ünü vurunca Atatürk yavaş yavaş yerinden doğruldu ve alkışlar arasında salonu terk etti. Kapıda arabası bekliyordu ama binmedi. Günün ilk ışıklarıyla aydınlanan kente daldı. Az önce pistte ter döken adam şimdi Şubat ayının titrettiği yolda tek başına yürüyordu. Yüz adım kadar önüne bakarak yürüdü. Sonra yolun ana caddeye kavuştuğu yerde san zeybek sendeledi. Araba yetişti şoföre çabuk ol çocuk üşür gibi oluyorum. Sabaha karşı Atatürk'ün odasından öksürük sesleri geldiğini duydular üşütmüştü. Göğsü eziliyordu. Ateşi 38'e vurmuştu. Hemen doktoru Reşat Ömer Bey çağrıldı. Teşhisi koydu zatürre. Ankara'ya gelişinin ertesi günü İstanbul'a gitmek istedi. Devlet erkanı garda toplanmıştı. Son tren yolculuğuna çıkarken Ankara'ya ve Cumhuriyeti birlikte kurduğu dostlarına veda ediyordu. Bu arada Hatay'a Türk askerinin ne zaman gireceği karara bağlandı. Fransız savunma bakanlığıyla temas ederek giriş kararı Pazartesi için onay alındı. Hatay onun son davasını da bitirmişti tabii kendisini de. Zaferi kutlamak üzere Acar motoruyla boğazda gezintiye çıktı. Yürümesine bile izin verilmeyen bu adam artık hiç korkmaksızın suların üstünde rüzgâra karşı sarsılarak kanat açıyor. Bu gezi sırasında ateşi 39’u aşmıştı. Atatürk artık Savarona'daki yatağında esirdi. Bir gün herkesi gözyaşlarına boğacak şu sözler dudaklarından dökülüverdi. ‘Bu yatı bir çocuğun oyuncağını beklermiş gibi bekledim meğersem bana hastane olacakmış’.

Artık bir tek isteği vardı: 29 Ekim'de Ankara'da olmak. Şimdi kurduğu Cumhuriyet'in 15. yılı yaklaşıyordu. Bütün arzusu bu törenlerde Ankara'da olmak Başkentiyle son bir kez kucaklaşmaktı. Doktorlarına göre Ankara'ya sağ gitmesi şüpheliydi. Tren sarsıntısı çok tehlikeli olabilirdi. Sonunda değil Ankara 'ya gitmek yerinden bile kalkamayacağını anlayınca vazgeçti. Derin uykular uyuyor sabahları bitkin uyanıyordu. Artık gece inlemelerini sayıklamalar hafıza kayıplarını kendine söylemiyorlardı. Yine bir sabah derin bir uykunun ardından gözlerini açıp karşısında Celal Bayar'ı görünce şaşırdı:’ Sen Cuma günü gelecektin? Neden daha evvel geldin? Benim sıhhatimde üzülecek bir şey mi var?’ diye sormuştur. Kendisinden bir şeyler saklandığından endişe ediyordu. Bayar üzgün ve şaşkındı yıllardır tanıdığı Atatürk'ü ilk defa tıraşsız beyaz sakallar iyice uzamış halde görüyordu.

Atatürk 29 Ekim ' den 7 Kasım'a kadar ki 10 günü yarı uyur yarı uyanık vaziyette geçirdi. Genellikle kendinde değildi. Uyku arasında bazı kelimeleri tekrar ediyor ayıldıkça da süt pirinç suyu ve meyve sularından oluşan menüsüyle karnını doyurmaya çalışıyordu. 8 Kasım'a girilirken kendini bilmiyordu. 8 Kasım Salı akşamı ikinci ağır komaya girdi. Bu komadan bir daha çıkamayacaktı. Atatürk'ün son komaya girişini Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anlatıyor:’Özel hekimi Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp Atatürk'ten dilini uzatmasını istiyor ama Atatürk dilini içeri çekiyor. Kafasını sağa çevirip, biriyle konuşur gibi "Aleykümesselam" diyerek 8 Kasım 1938 saat 19.00'da komaya giriyor. Vefat edene kadarki 38,5 saat boyunca konuşmuyor. Ben Nahl Suresi 32'inci ayet ve Vakıa Suresi 91, 92'inci ayetlerde anlatılan inançlı bir insanın ölüm anının gerçekleştiğine inanıyorum. Kuran-ı Kerim'de anlatıldığı gibi Atatürk'ün ruhunu almaya gelen Azrail'e selam verdiğini düşünüyorum." diyor.