Sanayi devriminin gerçekleştiği 18.yy. ortalarına kadar askeri teknolojimiz kendi kendimize yeter durumdaydı. Millet olarak ortaya çıktığımız Orta Asya bozkırlarında maden endüstrisinin en iyi kullanıcıları idik. Başta Altaylar’da olmak üzere çıkarılan ve üretimi yapılan madenler çağının en ilerisi durumundaydı. Bu sebeple Türkler aynı zamanda “Orta Asya’nın Demircileri” diye de tanınmıştır.

Silah endüstrisinde kendine yeterlilik ve bu ileri teknolojiye diğer meziyetlerin de katılımı ile asırlarca dünyanın hâkim milleti olarak kaldık. Türk imalatı silahlar, zırhlar, at koşum takımları uluslararası pazarlarda en çok rağbet gören ürünlerin başında gelmekteydi.

Batı Avrupa ülkeleri tarafından gerçekleştirilen ve sayesinde dünya üzerinde mutlak bir üstünlük kurmalarını sağlayan sanayi devrimi, tarih boyunca bizi ilk kez silah endüstrisinde dışa bağımlı hâle getirdi. Öyle ki, bu bağımlılık yeryüzündeki etkimizin fiziken ve siyaseten küçülmesine de sebep oldu. Neticede Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da birçok dost ve kardeş bölgeyi koparıp, bizi Ağrı Dağı ile Meriç Nehri arasına sıkıştırmayı başardılar.

1.Dünya Savaşına Alman silahları gelebildiği müddetçe devam edebildik. Bulgaristan savaştan çekilince Almanya ile aramızda kara yolu bağlantısı koptu ve lojistik desteğimiz kesildi. Kısa süre sonra da Mondros’la savaştan mağlup ayrıldık. Kurtuluş Savaşında Sovyet Rusya’dan aldığımız silah ve cephane ile eksiklerimizi takviye ettik (Sakarya Savaşı ve Büyük Taarruz’da).

Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında Musul başta olmak üzere Kuzey Irak’taki Misâk-ı Milli topraklarımızı almak için askeri harekât hazırlıkları içindeydi. Ancak İngiliz kışkırtması ile Doğu İsyanı çıkartıldı. Bununla da yetinmeyen İngilizler Hakkari’yi uçaklarla bombardıman etti. Elimiz kolumuz bağlandı. Ankara Anlaşması (1926) ile Musul ve Kerkük’ten vaz geçmek zorunda kaldık.

2.Dünya Savaşının hemen akabinde Stalin’in Kars ve Boğazları istemesi bizi ABD’nin kucağına itti. Marshall Yardımları ile başlayan süreç Rusya’ya karşı ülkemize Amerikan menşeli “Jüpiter” füzelerinin yerleştirilmesini sağladı. Böylece Türkiye’nin askeri yönden Batı’ya bağımlılığı kesinlik kazandı. Alman G3’leri ve Leopard tankları, Amerikan F4 ve F16’ları, helikopterleri, Cemse Jeepleri ve diğer askeri malzeme bizi silah ve cephanede %80’lere varan bir dış bağımlılığa sürükledi. Tabi bunları Kıbrıs’ta Rumlara, güney sınırlarımızda PKK’ya karşı kullanmamak şartıyla!

Aslında cumhuriyetin ilk yıllarında milli harp sanayimiz için bir kısım özel teşebbüsler de olmadı değil. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil’in silah fabrikası ve Vecihi Hürkuş’un tayyare fabrikaları büyük ümitlerle mesafe kat ederse de gizli bir el sürecin hazin bir şekilde sonuçlanmasını sağlayacaktır. Merak edenler bu iki ismin başına gelenleri internetten küçük bir araştırma ile öğrenecektir. Kayseri uçak fabrikası ise ikiyüzlü müttefikimiz ABD’nin telkinleriyle (!) kapatılır.

Şimdi Türkiye 21. Asrın ilk çeyreği daha dolmadan savunma sanayiinde 250 yıllık geriliğimizi ve dışa bağımlılığımızı ilk kez %20’lere düşürmüş bulunuyor. Son yıllarda birçok savunma sanayii şirketi çok mühim başarılara imza attılar. Binlerce mühendis ve teknisyenin çalışmalarıyla neredeyse her ay, bazen her hafta yeni bir ürünün tanıtımını yapıyor.

Fırtına obüslerinden, MİLGEMlere, İHA, SİHA, TİHA, SİDA’lardan Atak Helikopterlerine, Milli Piyade Tüfeğinden, ağır makinalıya, Zırhlı Personel Taşıyıcılarından (Kirpi, Ejder Yalçın gibi) alçak ve orta irtifa Hisar hava savunma sistemlerine, yüksek irtifa Siper hava savunma sisteminden balistik Tayfun füzesine, Hürkuş’tan Gökbey’e, TCG Anadolu amfibi çıkarma gemisinden akıllı bombalara ve KORAL elektromanyetik sinyal karıştırıcı sistemlere varıncaya kadar daha burada sayamayacağımız sayıda ve çeşitte milli harp sanayiinde dışa bağımlılığımız asgari seviyeye indirilmiş durumdadır.

BAYKAR, TAİ, ROKETSAN, TUSAŞ, ASELSAN gibi şirketler milli savunma sanayiini sırtlanmış durumdalar. Üstelik bu şirketler sadece iç pazarın ihtiyacını karşılamakla kalmıyor, yurtdışı ihraç başarılarına da imza atıyorlar. Türkiye’nin dış ticaret açığının kapatılmasına büyük katkılarının yanı sıra dost ve kardeş ülkelerin güçlendirilmesi yolunda büyük avantajlar sağladılar.  Arama motorlarından bunların listelerine rahatça ulaşılabilir.

Tüm bu gelişmeler kendini bu milletin bir parçası olarak hisseden, bu toprakların çocuğu olarak gören herkesin sevinmesi ve gurur duyması gereken bir tablo. Üstelik TSK ve diğer güvenlik birimlerimizin terör örgütlerine karşı yaptığı operasyonlar ile Azerbaycan, Libya gibi dost ve kardeş ülkelere yaptığı askeri desteğin de ana kaynağı bu başarılardır.

Ancak bu gelişmeler içeride birilerini rahatsız ediyor. Bu başarılar “hükümet bahane” edilerek küçümseniyor, zararlı görülüyor veya yok sayılıyor, kamuoyu yönlendirilmeye çalışılıyor. Bazen de pahalılık ve ücretlerin düşüklüğü gibi gerekçelerle mesele iktidar-muhalefet tartışmasına çekilmek isteniyor. Gerek toplum içinde gerekse TV programlarında bu anormal durumun müşahedesi eksik olmuyor. Bazen o kadar ileri gidiliyor ki sözüm ona savunma sanayiinin ve devletin müjde olarak duyurduğu bu bilgilerin yalanlanma cüreti (!) bile gösteriliyor. Yani devlete inanmayın, bize inanın demeye getiriliyor. Peki ya, siz kimsiniz? Sarı Çizmeli Mehmed Ağa...

Bu topraklarda ülkemizin savunma sanayiindeki gelişmelerden gerçek anlamda ancak ve ancak Türkiye düşmanı yabancılar ile içimizde bu ülkeyle gönül bağını kesmiş Dakotalılar (!) rahatsız olabilir. Yoksa bu gelişmeler iktidar olsun muhalefet olsun veya etnik kimliği ve dünya görüşü ne olursa olsun herkesi memnun edecek gelişmelerdir. Top yekûn milli kazanç hanesine yazılan artılardır. Yarınlarımızın güvenliğinde olmazsa olmaz kilometre taşlarıdır. Bu tip yaklaşımlar her şeyden önce gece gündüz demeden ter dökerek, emek sarf ederek bu başarılara imza atan birbirinden değerli mühendislerimizin, teknisyenlerimizin ve diğer çalışanlarımızın hepsinin birden emeğine saygısızlıktır. 

Ülkenin toplam kazancı herkesin menfaatinedir. Bu tip gelişmeler iç siyasetin kısır çekişmelerine veya tarafgirlik mevzularına çekilmemelidir. İktidarlar, muhalefetler, partiler, yöneticiler, makamlar vs. bunların hepsi geçicidir. Elbet herkes günü geldiğinde tarihin sayfalarında yer alacaktır. Ama iyi ama kötü, ona tarih karar verecektir. Esas olan “DEVLET-İ EBED MÜDDET”tir.

İbrahim KANADIKIRIK