Beşinci Edebiyat Günleri etkinliği çevresinde Ömer Erdem Maraş’a geldi ve bir panelde konuştu.
Zaman, insan-bellek, toplum-bellek, hafıza, öz ve ruh, gerçek ve sanal gibi olguları kendi dünyasının penceresinden anlatan bu değerli şairi dinlemek hayli iyi oldu. Yayınlanan şiir kitapları olan şair yeni eserlerle yoluna devam ediyor. “Dolayımlar” adlı kitabı bu günlerde yayınlandı. Kaşgar Edebiyat dergisi ve öncesinden bilip tanıdığım Ömer Bey deprem öncesinde de Maraş’a gidip geliyor belirli programlar dahilinde Maraş’ta edebiyat sevenleri bilgilendiriyordu.
Ömer beyi dinlerken sözün nasıl şiire dönüştüğüne dair izlenimler edindim.
Sözden şiire giden yol karmaşık olmakla birlikte çok da zor değil. Kendince bazı evreleri yerli yerinde yapıldığında şiir denilen o gökkuşağının renkleri kendini gösterebiliyor. Şaire düşen ise burada gören göze, işiten kulağa, izleri yorumlayabilecek ferasete sahip olması kalıyor.
Şiirde anlam sıkıştırılmıştır bunun için ondan ses almak için vurulacak noktanın iyi seçilmesi gerekir. Şair şiirin kurarken onlarca kelimeyi cümlenin dışına bırakır ama okur hangi kelimenin atıldığını fark edecek düzeyde değilse o şiir okur tarafından anlaşılmaz bulunabilir.
Şair kelimelere farklı anlamlar kazandıran yapı ustasıdır.
Yazılmadan önce hayal olan bir olgu kelimelere büründürülerek hayat kazandırılır bunda da en büyük pay şaire düşer.
Şiir okuru bütün bu olup bitenlerin neresindedir?
Şair Ömer Erdem’ i dinlerken bunları düşündüm. Program sonrası Tayyib Atmaca da çay davetime katıldı masamızda edebiyat merkezli konuştuk. Ömer Bey çocuklarının resimleri gösterdi Barselona’ya seyahati ve müzeleri hakkında konuştu. Hayatın zorlukları hakkında gerçekçi tecrübeleri olan şairin anlattıkları sosyal gerçeklere ne kadarda uyuyordu.
Çay ikramımı, dondurmayla tamamladım ama ayrılma vakti geldi. Aynı gün içinde Antep’ den İstanbul’a gidecek olan Ömer Beye esenlikler diledim. Karar gazetesi köşesinde kaleme aldığı Maraş izlenimlerinin bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum:
“Güneşten önce uyandı. Karşı dağlara baktı. Eteklerine yeni evler yayılmıştı. Her yönde yıkıntı ile yapılış yarışıyordu yine de. Geniş ve uzun cadde boyunca yürüdü. Sabahın tatlı serinliği dağ havasıyla daha bir tatlıydı. Şehir ovadan dağa çıkmıştı. Yanlış doğru ile büyük bedel karşılığında yer değiştirilmişti. Her zaman yaptığı gibi yoldan çıktı. Aralara saptı. İlkin ilk teveklerini balık havyarı coşkusuyla yumurtlamış asmalarla karşılaştı. Bu şehirde doğup büyümüş unutulmaz bir dostu hep bir üzüm bağından ve o bağın içindeki evden söz ederdi. Şimdi daha bir anladı o içlenişi. Nazikçe dokundu körpe asmalara. Bir yavru kedinin patilerini öpercesine öptü onları. Yürüdü, arada cömert ve alımlı zeytin ağaçları baş uzatıyordu. Tek katlı bahçeli ama çitsiz ve duvarsız bir eve denk geldi. Bir zambak kolonisi alıp başını gitmişti. Ev adeta zambakla çevriliydi.” ( Ömer Erdem. Karar Gazetesi 29.04.2025)