Öyle ya, bu kaçıncı Ramazan? Birer fırsatlar denizi, birer mağfiret iklimi, şeytanın ve uşaklarının şerlerinden korunmanın sair zamanlara göre daha kolay olduğu. Şeytanların zincirlere vurulduğu, cennet kapılarının ardına kadar açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı. Rabbimizin bizi affetmek için adeta bahane aradığı bu kaçıncı Ramazan..
Biz böyleyiz, her Ramazan gelişinde büyük umutlarla yeni bir başlangıç için harekete geçmeyenimiz yok gibidir. Çok şeyler hayal ederiz, çok kararlar alırız ama gelin görün ki bir atımlık barutumuz vardır ve biz onu Ramazan’ın ilk günü atmış ve bitirmişizdir. Yıllar yılı hep bu gel gitlerle nice fırsatlar kaçırdık, bir çoğumuz ileride yaparız diye avutuyoruz kendimizi, bir çoğumuz da yolun sonundayız ve geçmişin kaçırılan fırsatlarına yanıp duruyoruz. Hele adı Müslüman bir kesim daha var ki onların yazısı turası silinmiş vaziyette Ramazanmış, oruçmuş, zekatmış, namazmış hiç umurlarında değil.
Bir elinde ayna umurunda mı dünya, nerde sabah orda akşam yuvarlanıp gidiyorlar. Oysa Ramazan öyle mi; bütün canlılığı, cazibesi, bereketi ve huzuruyla akıp gidiyor her sene kapımızın önünden. Ne mutlu onu kuşanabilenlere..
Eskiden Ramazan yaklaştığında evlerimizde, sokaklarımızda, camilerimizde hummalı bir çalışma herkesin gözüne çarpardı. İftar ve sahurda insanı rahat tutacak yiyecekler, Ramazan’a has içecekler, teravihi rahatça kılabilecek kıyafetler, klimanın olmadığı fakat aşk ve muhabbetin bol olduğu camiler Ramazan’a hazırlık cümlesinden şenlenir hareketlenirdi.
Meşguliyetler azaltılır, ibadet ve yoğun bir program kuşatırdı bizi. Arkadaş grupları bir Ramazan boyunca dolaşmadık cami bırakmaz, mukabelelerde coşkun bir heyecan yaşanırdı. Bilenler sakin ve vakur, okunan Kur’an’ı takip ederken, unutanlar mahçup bir eda ile sorarlardı okunan cüzün hangi cüz olduğunu..
Bütün lokantalar kapatılır, bütün sigaralar söndürülür, en ayyaş adamlar bile Ramazan’a hürmeten yıkarlardı bir aylığına ağızlarını.
Sokaklar sakin, evler huzurlu, komşular birbirlerine daha yakındılar. İftarlıklar hiç yalnız tüketilmez, çorbalarının suyu artırılır ve gönüllenirdi dostlar.
Misafirsiz sofraya oturmak ayıptı. Akşam namazını mahalle camiinde kılıp tanrı misafiri arayan bahtiyar insanlar yaşardı şehirlerde köylerde.
Sahurda ve iftarda bütün bir ev halkının eksiksiz, bir sofrayı paylaştığı, evin en küçüğünün bile sofraya oturtulmadan yemeğe başlanılmadığı, çocukların annelerine sahura kaldırmaları için yalvardığı, ilk oruçların dedelere satıldığı, ilk iftara yaklaşan yavruların, teyzelerin, halaların, dayıların, amcaların kucağında, sırtında dolaştırıldığı, sabilerin yetişkinlere, yaşlıların gençlere dua etmek için yarıştıkları ne güzel günlerdi o günler.
Hele bir bayrama yakın çörek yaptırma zevki vardı ki, anlatamam. Çöreğin böyle ayağa düşmediği günlerdi. En güzel undan, en halis tereyağından, içerisine süt ve pekmezin katıldığı hamurlardan yaptırılan tatlı ve tuzlu çöreklerin mahallenin fırınında, sabahlara kadar kuyrukta beklenerek pişirilmesi, zembillerle evlere taşınması, hamurlanmasın diye sakin ortamlarda dinlendirilmesi..İnsanın ibadet eder gibi bayramda ağırlayacağı misafirleri için hazırlıkta bulunması..Allahım, ne muhteşem Ramazanlardı onlar.
Eski mahallelerde unutulmamış akraba ve komşuların bir bir ziyaret edilerek zekat ve fitrelerin büyük bir nezaketle, hissettirilmeden yerine ulaştırılmaları, zekat hesaplarının fakirin lehine titizlikle yapıldığı ne güzel mevsimlerdi.
Şimdi ekonomimiz canlandı, gelir seviyemiz yükseldi, çörekler artık hazır önümüzde, ulaşım çok kolay. Her evde arabalar var, evler ve camiler çok donanımlı, imsakiyeler çok yaygın basılıp dağıtılıyor. Televizyonlarda ruhu alınmış, görselliği artırılmış şov kıvamında iftar ve sahur programları çok ama, Ramazan’ın ruhu yok. Onun ruhunu elbirliğiyle öldürdük.
Her şeyin ucuzladığı ve satın alınabildiği dünyamızda Ramazanlar da ucuzladı. İbadetsiz, iftar ve sahurların artık satın alınabildiği şu dünyada siz eski Ramazanları özlemiyor musunuz? Özlüyor olsanız da artık çok geç. Ramazanları tekrar eski ihtişamına kavuşturmadan da bu iş aslına dönmeyecek zannederim.
Sizi ümitsizliğe düşürmeyeyim. Bakın önceki gün WhatsApp’dan bir dostum Ramazan Programını yollamış. Onu sizinle paylaşacağım ama Ali Kocatepe televizyonda “Bundan böyle düşünerek atın adımlarınızı” şarkısını söylüyor. Nasıl tevafuk etti değil mi? Evet, bundan böyle bir programımız olmalı. Şöyle ki:
1 Düzenli sahura kalkacağız.
2 Beş vakit namazı ezan okununca kılacağız.
3 Her gün bir miktar Kur’an-ı Kerim veya mealini okuyacağız.
4 Her gün en az üç hadis-i şerif öğreneceğiz.
5 Teravih namazının her gününü ayrı bir camide kılacağız.
6 Mesleğimizi icra ederken Allah’ı zikretmeyi ihmal etmeyeceğiz.
7 Verebileceğimiz kadar sadaka vereceğiz.
8 Tüm Müslümanlar için dua edeceğiz.
9 Akraba ve komşuları ziyaret edeceğiz.
10 Vaktimizi boş yere harcamayacağız.
11 Tartışma ve münakaşalardan uzak duracağız.
12 Zararlı alışkanlıklardan uzak duracağız.
13 Gözlerimize sahip çıkacağız, harama bakmayacağız.
14 Gıybet, yalan, nemime vs. den uzak duracağız.
15 İnşallah bayramı bayram gibi kutlayacağız.
Bu duygularla artık Ramazanları kaçırmadan, onun bizi yeniden hayata bağlamasına,
bize çeki düzen vermesine müsaade etmeliyiz diye düşünüyorum.
Kalın sağlıcakla.