Her fırsat bulabildiğimde, işten ve güçten o yoğun koşuşturmadan her kopuşum da, kafamı kaldırıp gelip geçen insanlara bakıyorum. Çoğumuz sırtımızda bir çuval yük taşıyormuşçasına öne doğru eğik yürüyoruz. Omuzlarımız düşük ve boynumuz öne doğru çıkmış durumda. Görünmeyen bir yükün altında gibiyiz. Bir zamanların boynuna ve ellerine gerçek zincirler geçirilmiş köleleri olmasak da ruhumuzun görünmeyen zincirlerini taşıyoruz. Adımız belki köle değil ama ne kadar özgürüz acaba?

Her birimiz farkında olsak da olmasak da zincirler taşıyoruz. Birçok filmde ve kitapta da konu edildiği gibi; hepimiz eninde sonunda zincirlerimizi sevmeyi öğreniyoruz. Doğduğumuz andan itibaren bize yakın çevremiz ya da içinde yaşadığımız sistem tarafından vurulan zincirlerimizi kabul ediyoruz. Ömrümüz boyunca taşıyoruz. Yıllar içinde boynumuzu eğip, sırtımıza kambur oturtan yükün bu zincirler olma ihtimali var mı sizce?

İlk zincirlerimizi çocukluğumuzda takmaya başlıyoruz. Kabul görmek, uyum sağlamak ve sevilmek uğruna bize sorgulamamamız ve kabul etmemiz gerektiği söylenen birçok davranışı en yakınlarımızdan ediniyoruz. Farklı şeyler söylemek veya herkes tarafından kabul edilmiş uygulanan davranışları kafamızda sorgulamak çok azımızın cesaret edebileceği bir davranış şekli oluyor. En yakınlarımızdan, anne babamızdan başlayarak arkadaşlarımıza ve devamında iletişim kurduğumuz herkese yayılan bir kabul edilme telaşıyla kendimizi asla tanıyamadığımız bir hayatı yaşayıp gidiyoruz. Pek azımız bu zincirleri kırma cesareti ve kararlılığı gösterebiliyor.

Beynimizin en temiz ve yeniliklere açık yaşında önce yakın çevremizden sonra içinde yaşadığımız toplumdan kaynaklanan baskılarla kendimize olan güvenimizin zedelenmesini yaşıyoruz. Kendine güveni zarar gören insanlar bir süre sonra başka insanlara da güvenmemeye başlıyor. Böylece öğrenilmiş çaresizlik kendini gösteriyor. Farklı düşüncelerinin asla kabul görmeyeceğine ve ne yaparsa yapsın bir şeyleri değiştiremeyeceğine defalarca şahit olan kişi bir süre sonra kafileler içindeki yerini alıyor.

İçinde yaşadığımız sistem de her birimizi kendini özgür sanan modern köleler haline çevirmek konusunda oldukça başarılı. Kendini tanımanın, hayatta neler istediğini anlamanın yani özgürleşmenin önünde en büyük engel yaşadığı hayatı istediği hayat sanan ve bundan memnun olan insanlardır. Gelişen teknolojimiz ve muhteşem haberleşme ağlarımız içinde bizlere yoğun olarak akıtılan daha iyi, daha büyük ve daha fazlaların peşinde ömürlerimizi tüketiyoruz. Bize dört bir taraftan yoğun olarak aşılanan sahip olmadan mutlu olamayacaklarımızın listesi zaman içinde en sağlam zincirlerimiz oluyor.

Görebildikleri zincirleri taşıyan insanların, şimdi görünmeyen zincirler altında bükülen insanlardan en büyük farkı köle olduklarının farkında olmakmış. Şimdi insanların işi çok daha zor… Yaşadığı ve peşinde ömür tükettiği hayatı gerçekten kendisinin istediğine ve bu çabanın sonunda da mutlu olacağına inanan insanlar düşüncelerinin özgürleşmesi kavramını asla düşünmeyecekler. En zor olanı; kendini özgür gören, taşıdığı zincirlerin ağırlığını hissedemeyen insanlara gerçekleri göstermek…

Mutluluğu aradığın sürece,
Mutlu olacak kadar olgun değilsindir
Ve ulaşacak kadar her istediğine.
Kayıplara yakındığın sürece
Ve hedeflerin varsa durmadan yöneldiğin,
Bilemezsin huzur nedir diye.
Vazgeçersen şayet her arzudan,
Ne hedef, nede istek tanıyıp
Mutluluğu artık adıyla anmıyorsan,
O zaman olup bitenlerin akışına
Dayanamaz yüreğin ve ruhun erişir huzura..