Yüzyıllardır yöre halkının hafızasında yaşayan Ali Göl efsaneleri, Nurhak Dağları’nın sert doğası ile insan ruhunun en derin duygularını bir araya getiriyor. Halk arasında “Oli Göl” olarak bilinen bu gizemli su, aşk ve cesaretin trajik hikâyelerini barındırıyor.
BİR ÇOBANIN İMKÂNSIZ SEVDASI
Rivayetlerden birine göre, Ali adında bir çoban, yöredeki güçlü bir beyin kızına sevdalanır. Kız da Ali’ye gönül verir ancak baba, bu sevdaya kolayca onay vermez. Çobanın sevgisini ispatlaması için ondan zor bir şart ister: “Nurhak Dağları’nda bir kış geçireceksin.” Ali, sevgisinin büyüklüğünü göstermek için meydan okumayı kabul eder ve atıyla birlikte dağlara çıkar. Günlerce açlık, susuzluk ve soğukla mücadele eder. Ancak en sonunda dağların derinlerden gelen uğultusuna daha fazla dayanamaz ve yaşamını yitirir. Rivayete göre Ali’nin ölümünden sonra göl, onun adıyla anılmaya başlanır. Mağara duvarlarında ise bugün hâlâ şu sözlerin yazılı olduğu söylenir: “Açlıktan, susuzluktan değil, dağların uğultusundan öldü.”
KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARILAN CESARET EFSANESİ
Bir diğer efsane ise kahramanlıkla ilişkilendirilir. Elbistan Beyi’nin kızı, savaş meydanında yiğitliğiyle tanınan Ali tarafından kurtarılır. Genç kızla evlenmek isteyen Ali’ye beyin şartı ağır gelir: “Nurhak Dağları’ndaki mağarada kırk gün tek başına dayanacaksın.” Ali, atıyla birlikte mağaraya çekilir. Günler geçtikçe dayanma gücü azalır. Ancak yiğitlik sınavını yalnızca otuz iki gün sürdürebilir. O günün sonunda hayatını kaybeder. Mağara duvarlarına kazındığı iddia edilen sözler ise efsanenin en çarpıcı kısmını oluşturur: “Ben ve atım ne açlıktan ne korkudan öldük, biz iniltiden öldük.” Bölge halkı bu olaydan sonra mağarayı “İnleyen Mağara” olarak anmaya başladı ve hikâyesi de kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam etti.