Bazen kendimizi bile anlamakta zorluk çekeriz. Öyle ki aynaya baksak da kendimizi tanıyamayız.

İnsanız nihayetinde; beşeriz şaşarız. Hatasız kul olmaz sözü de boşuna söylenmemiştir.

Şimdi, nereden çıktı bu serzenişler diyeceksiniz mutlaka…

Sözüm; sürekli olarak eleştiri yapmayı, şikâyetçi olmayı ve aynı problemler etrafında dolanıp durmayı bir yaşam tarzı olarak benimseyenlere…

Şikayet edebiyatını meslek haline getirip, insanları karamsarlık bataklığına çekmek isteyenlere…

Yaşadığımız yeri, insanları kötüleyerek beslenenlere…

Lafa gelince mangalda kül bırakmayanlara…

Beyaza ak diyemeyip, mantığının penceresine, kara bir perde çekenlere…

Duygularının ve ihtiraslarının esiri olanlara…

Gerçekleri flu görenlere…

Tamam, her şey dört dörtlük, her yer güllük gülistanlık demedim.

Ama dilin de bir ölçüsü olmalı…

Ağzı olan her alanda ahkâm kesmesin.

Yapıcı eleştiriye tamam…

Ama bırakın siyaseti politikacılar, yerel yönetimleri başkanlar, ekonomiyi uzmanlar yapsınlar.

Toplumun temel dinamikleri ile oynamak kimseye yarar getirmez. İnsanın bindiği dalı kesmesi gibidir.

Sonuçta aynı gemideyiz.

Rütbe, makam, mevki geçicidir.

Kişiler üzerinden saldırarak kurumları ve devlet geleneğini yıpratmak akıllıca olmasa gerek.

Sonuç olarak, biraz empati yapmanın tam zamanı olduğunu düşünüyorum.