Bizde, her işi ağırdan alan, aheste aheste iş tutan, tuttuğu işten de hayır gelmeyen, yavaş hareket eden kimselere derler ‘sümsüm’ diye… Hem iş bilmezler, hem de çokbilmişlik taslarlar bu tipler. Sanki ağır abi de, hareket etmeye, kımıldamaya korkarlar.

Sümsüm… Bize özgü bir kelime, deyim…

Hakaret değil, tatlı, ince bir espri, şeker tadında bir yakıştırma… Yakıştırma ama bu tip insanlar toplumda sevilmezler, kabul görmezler!

Mesele, nerede hareket, orada bereket!

*

Mesela… Bir futbol takımı düşünün.

Teknik adam bu işi bilmiyor, ama koskoca takımın başına getirmişler ‘hoca’ diye. Kariyeri zengin değil, üstelik de camiada çok tanınan biri hiç değil, bir kulübü çalıştıracak, liderliğe oynatacak ve şampiyon yapacak kapasitesi de olmayınca, belki de adam bulamadıklarından tutup takımın başına getiriyor yöneticiler.

Çok bilenler. Ya da çok bildiğini düşünenler, söyleyenler!

Futbolu bilirsiniz, (ki milletvekilimiz Sayın Ahmet Özdemir ile çiçeği burnundaki il başkanımız Sayın Fırat Görgel’in de çok iyi birer futbolcu olduğunu hatırlatmama gerek var mı?) bir takım, bir ekip, bir sistem oyunu.

Tabi her teknik adamın kendine özgü yönetim, sistem anlayışı var.

Kişiler gibi mesela… Bazıları yoğurdu üfleyerek yer, bazıları kaşıkla, bazıları çatalla, bazıları da benim gibi çocukluğumda parmaklayarak… O sebepten annemden yemediğim azar kalmazdı. Akşam olunca da baba dayağı bonusu idi. (mekanı cennet olsun, çok dayak yemişliğim vardır!)

Mesele o değil, teknik adam oyunu bilmiyor, oyuncuyu tanımıyor, takım kendi saha ve seyircisi önünde mağlup, maçın son dakikaları gelmiş çatmış, daha oyuncu değiştirecek. Adam işi ağırdan alıyor, sümsüm teknik adam profili çiziyor taraftar nezdinde.

Tabi yuh sesleri, istifa sesleri stadı inletiyor. Takım kalitesiz futbolunu, taraftar isyanları oynuyor!

*

Erkek mesela… Bir yerde çalışan olarak düşünün. Patronu görev veriyor, savsaklıyor, ağırdan alıyor, 5 dakikada bitirilecek işi bir saate uzatınca, haliyle fırça yiyor patrondan. Belki de sonu işten çıkarılmaya kadar varabilir.

Ama adam ağır abi sanki. Kımıldamaya korkuyor, adım atmaya, patronuna ‘tamam’ demeye üşeniyor, arkadaşları ile yaşadığı uyumsuzluk yetmiyormuş gibi, işine de zarar veriyor.

Çünkü işini ciddiye almıyor, hep ağır hareketlerle hem arkadaşlarına kötü örnek olduğu gibi, geleceği ile de oynuyor.

Allah böyle sümsüm erkeği kimsenin, hiçbir kadının başına vermesin! 

*

Bir ev kadını düşünün, kocası akşam eve yorgun argın gelmiş. Kadın evde, televizyon başında dizi izliyor. Oysa yemek saati, çocuklar da okuldan gelmişler. Ama sofra hazır değil, ev kadını çekirdek çitliyor ekran karşısında.

Bir karşılama, bir ‘hoş geldin!’i bile esirgeyen kadın…

Eşinin ne yaptığına dair soruya ise, işlerini bahane ediyor, lütfen kalkıp mutfağa yönelse de, ağır aksak hareketlerle kocasını çileden çıkartıyor.

Çıldırmak içten değil. Böylelerine de sümsüm kadın deniliyor bizde, yerelde yani.

*

Bir köye muhtar, bir ilçeye ya da İl’de bir belediyede başkan mesela… İş yapacağım, insanların gönlüne dokunacağım, hizmet üreteceğim, partimin oylarını artıracağım, seçmenin gönlünde taht kuracağım diye çıkmış yola, (ya da göndermişler) gelmiş oturmuş koltuğa, ama beklentilere cevap verememiş, sözünde duramamış, koltuğu lüzumsuz yere işgal ettiği yetmiyormuş gibi, sözleri ile de vatandaşı çıldırtmış. Ortada ne eser var, ne bir iz.

‘Yaparız, acelesi ne, bekleyin hele!’ diyerek milleti uyutmuş, kandırmış. Hep alttan almış, hep ağırdan almış, hep zamana oynamış, o yüzden adı da sümsüm muhtara, ya da sümsüm başkana çıkmış.

*

Diyeceğim o ki, görevi ne olursa olsun, kadın – erkek fark etmez, Allah bizi bu tiplerden korusun! Bereket versin bizde ne böyle sümsüm muhtar var, ne de başkan!

Olanlara da Allah sabır versin!