Takvîmden son yaprak koptu… 86 yıllık bir fanî ömür nihayetlendi.

Mehmed Şevket Eygi… Onu ilk kez üniversitenin ilk yılında Millî Gazete’deki “Takvîmden Yapraklar” isimli köşesiyle tanıdım. Köşesinin ismi her dâim nesih hatt ile Osmanlıca yazılı olurdu. Tabi ismi de…

Son devrin mühim mütefekkir ve münevverlerindendi. Osmanlı İstanbul’unun yaşayan son üstâdlarındandı…

Yazılarını okumaktan farklı bir lezzet alır; kalemindeki derinlik, zenginlik, uslûb ve akıcılık yazısını bir şiir edasında okuma keyfi verirdi. Osmanlıca’ya kemâl mertebesinde vâkıf, kâmusu namus addeder, Türkçe’yi en zengin İstanbul lehçesiyle kullanmayı bir vazife bilir ve bundan ayrıca keyif alırdı.

Zaman zaman televizyon programlarında rastladığımda dilinin de kalemi kadar sakin, akıcı ve zengin olduğunu müşâhede eder, programın sonuna kadar dinlerdim. Osmanlı Türkçesi’ne bu derece ehemmiyet veren ve Osmanlıca’nın bizi kültür, medeniyet, gelenek çerçevesinde bu günden geleceğe taşıyacak en mühim âmillerden birisi olduğuna inanan nadir şahsiyetlerdendi. Bu hâliyle Osmanlıca’nın öğrenilmesi ve öğretilmesi konusunda ısrarcı olup, kendi el yazısını genellikle Osmanlıca yazdığını ifade eder, bundan da lezzet aldığını ayrıca belirtirdi.

Belki yazıları belirli konuların çerçevesi dışına çıkmaz, aynı konulara defalarca ve ısrarla değindiği olurdu. Lâkin takipçileri de okumaktan sıkılmazlardı. Ona bu devamlılığı ve verimliliği veren ise samimiyet ve kullandığı dilin zenginliğiydi. Dedim ya sanki nesir görüntüsünde nazm yazardı.

Sahteciliğin her şeyine karşıydı. Dilin, kültürün, medeniyetin, dinin vs. Her şeyin doğallığını, tabiatına uygunluğunu ister, estetik zerâfeti esas alırdı. Cami içerisindeki ses sistemlerinden tutun da, gürültü kirliliğinden öteye gitmeyip, insan zihnini yoran popüler müziğe varıncaya kadar bunları kendi varlık alemimizin dışında kabul ederdi. Hatta İmam ve müezzin efendilerin mikrofonsuz seslerini işitmek, ses sistemlerinin oluşturduğu yankıdan uzak olmak için İstanbul’un târîhî küçük camilerine gitmeyi itiyâd hâline getirmişti.

Üç dört yüz kelimelik kısır bir günlük dil anlayışıyla kültür ve medeniyetin ifade ve inşâ edilemeyeceğini sık sık dile getirirdi. Zengin Osmanlı Türkçesini okumayı, kâmuslardan yararlanmayı sürekli tavsiye ederdi. Osmanlı aşığı ve Osmanlı kültürünün son mirasçılarındandı.

Hafta sonları fırsat buldukça İstanbul’un ve çevrenin sakin yerlerine gider, taşrada halen varlığını koruyan klasik Türk Kültürünün, san’atının, hatta Osmanlı’dan gelen sütlü tatlıların adreslerine yaptığı ziyaretleri keyifle yazısına taşırdı.

İslâm dininin ve sünnet-i seniyye anlayışının keskin bir irâdesiydi merhûm. Sünnete ve Hazreti Peygambere (sallallahû aleyhi vesellem) bağlılığı her şeyin başında tutar, ehl-i sünnet yolunun dışındaki anlayışlarla gücünün yettiğince mücadele eder, ehl-i sünnetin müdâfaasını yapardı.

Şiâ anlayışı, Ali Şeriatî düşüncesi, batınî ve rafızî modernist anlayışlar, şarkiyâtçı (oryantalist) yaklaşımlar, bid’atler, mezhepsizlik, toplumdaki gizli Sabetayistler, farmasonlar, insanların dinî duygularının çeşitli sahtelikler ve uydurma rüyalarla sû’-i isti’mâl edilerek kullanılması, münâfıkâne hareketler, sahte ve sömürücü hoca ve şeyhler, Müslümanların kapitalistleşerek her işe fetvâ veren anlayışlarını külliyen reddeder ve en büyük tehlikeler olarak kaleme almaktan çekinmezdi.

Galatasaray Lisesi ve Ankara Siyasal Bilgiler mezunu olup, işlek Fransızca’ya sahip olan Mehmed Şevket Eygi; Bugün ve Yeni İstiklâl Gazetelerinin de yayınlayıcısı olarak Son Havadis gibi gazetelerde de sayısız makâle kaleme aldı. Yıllarca yazdığı yazılar dolayısıyla 163. maddeden ve lâikliğe muhalefetten dolayı mahkemelerde yargılanarak çeşitli ezâ ve cefâlara uğratıldı.

Mehmed Şevket Eygi birçok özelliği ile abidevî bir şahsiyetti. Neslinin son örneklerindendi. Başında fesi, zerâfeti, nezâketi, lisanındaki insicâm ve belâgatı, kültür ve geleneğimizin mütehassısı, zarîf bir İstanbul beyefendisiydi.

Son kaleme aldığı yazısının, yani “Takvîden Yapraklar’ının”; şefkât ve merhametle beslediği kedisinin sahiplenilmesine yönelik vasiyetini içeriyor olması mahlûkata verdiği değerin en veciz ifadesi olsa gerektir. Hiç unutamadığım yazılarından birisinde Balkan Harbi felâketinin manevi sebebine değinmiş; Meşrûtiyetin ilk yıllarında İstanbul’un başıboş köpeklerinin toplanarak İstanbul’da Hayırsız Ada’ya aç susuz bırakıldıklarını, bu hayvanların günlerce açlıktan uluduklarını ve birbirlerini parçalayıp yiyerek öldüklerini; bu sebeple de ardından Balkan Harbi felâketinin başımıza musallat edildiğini dönemin görgü tanıklarının ve yazarlarının ifadelerinden alarak yansıtmıştı.

Üstâd hakkında yazılacaklar tükenmez. Mühim olan sağlığında iken azamî derecede bu münevver şahsiyetlerden istifâde edebilmektir. Artık geriye kalan yazıp çizdikleri ve hatıratıdır. Bir de geride bıraktığı zengin kütüphâne ve arşividir. Son bir iki yıldır çok kıymetli münevver ve mütefekkir şahsiyetleri ardı ardına yitirmekteyiz. Bu da yaşları gereği bir neslin, yeni tabirle jenerasyonun aramızdan çekildiği anlamına geliyor. Târîhçilerin kutbu Prof.Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Kemâl Karpat, Prof. Dr. Semavi Eyice, Prof.Dr. Fuat Sezgin, Târîhçi Yazar Kadir Mısıroğlu, hemşehrimiz “güzel adam” Şâir Bahâeddin Karakoç ve son olarak Mehmed Şevket Eygi. Bunlar bir çırpıda akla gelen isimler…

Himmeti; milleti ve değerleri olan, bu uğurda ömrünü hasreden her büyüğümüz gibi üstâd Mehmed Şevket Eygi ve Takvîmden Yapraklar’ı Müslüman Türk Milleti’nin hafızasındaki müstesnâ yerini almıştır. Rahmet-i rahmân üzere olasın üstâd. Amin.

İbrahim KANADIKIRIK