Herkesin az veya çok malumudur. Asyalı Hunların basıncıyla Doğu Avrupa’dan batıya doğru oluşan kitlesel hareketlilik, Kavimler Göçü adıyla tarihe geçmiştir.  375 yılında Hunların Volga nehrini geçerek, Got Krallığını yıkmasıyla başlayan bu süreç; Avrupa’nın tüm yapısını baştan sona değişikliğe uğrattığı için tarihçiler tarafından da Ortaçağların başlangıcı olarak kabul edilir. 

                Hunların önünden batıya doğru kaçmaya başlayan Doğu Avrupa halkları birbirlerine domino etkisi yaparak kıtanın en batısına, güneyine, Britanya Adası’na, hatta Kuzey Afrika’ya bile ulaşmışlardı. Bu dev kitlesel yer değişikliği, Avrupa’nın müesses nizamının sahibi olan Roma için felaket ve sonun başlangıcı olacaktır.

                Romalıların, “Barbar” adını verdikleri ve çoğunluğunu Cermenlerin oluşturduğu bu göç dalgası, Roma direncine rağmen durdurulamayan bir sel halini almıştı. Neticede Roma; hem Hunların, hem de barbar kavimlerin istilalarıyla önce ikiye ayrılmış, yüz yıl içinde de batı parçası olan Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında tarih sahnesinden çekilmişti.

                Kavimler göçü Roma için felaket olmakla kalmayacak; bir yandan Avrupa’nın demografik yapısını değiştirirken, diğer taraftan Ortaçağlar boyunca bir kaos düzeninin oluşmasını sağlayacaktı. Feodalite adı verilen bu “Düzensizlik Düzeni”, kıta Avrupası’nda “Kilise” adlı din merkezli siyasi ve ekonomik bir gücün egemenliğine yol açacaktır.

                15. asrın sonlarına doğru feodal düzene son vermeyi başaran Batı Avrupa’nın denizci devletleri yeni bir çağı Coğrafi Keşifler adıyla başlattılar. Bilimsel bir isimle nitelenen bu deniz ötesi hareketlilik aslında kadim Roma’dan tevarüs edilen sömürgecilik mantığı idi. Yüzyıllar içinde başta Amerika kıtası olmak üzere, Afrika, Asya ve Avusturalya’yı sömürgeleştiren Avrupa, dünyanın tüm zenginliğini büyük ve doymak bilmez bir iştahla yağmalayarak, ana karasının ekonomik refahını da sağlamayı başardı.  

                Tüm tarihleri neredeyse sömürülmek olan bu toprakların zavallı insanları ise nesiller boyu aynı acı kaderin paydaşları oldular. Tüm modern çağların en büyük sorunu olan Batı emperyalizminin oluşturduğu yağma düzeninin varlığı; yine işgaller, iç savaşlar, ekonomik bağımlılıklar, uyuşturucu, terör gibi çok çeşitli asimetrik metotlarla devam ettirilmektedir. Batı; bir ölçüde kendi yaşadığı feodal kaosun şartlarını sömürmek istediği ülkelerde oluşturarak, beslenmeye devam etmektedirler.

                Ancak hesap edemedikleri bir sonuçla şimdi karşı karşıyalar. Yüzyıllardır sömürerek yıktıkları, fakirlik ve açlığa mahkûm ettikleri, can güvenliğini yok ettikleri, eğitim, sağlık, alt yapı gibi tüm insani hizmetlerin kökünü kuruttukları sayısız memleketin insanı şimdi Avrupa yolunda. Ülkelerinde tüm gelecek ümitlerini yitirmiş bu zavallı insanlar, göç rotalarını kendi ülkelerinin kaynaklarıyla refah adası haline gelmiş Avrupa’ya çoktan yöneltmiş durumdalar.

                Çoğunluğunu Afrasyalıların (Afrika ve Asya) oluşturduğu Avrupa’ya yönelim, aslında gerçek anlamda 2.Dünya Savaşı’nın bitimiyle ve biraz da Avrupalıların kendi iradesiyle başlamıştı. Savaşın korkunç yıkımını kendi nüfusu ile tamir etmeyi başaramayacağını anlayan Avrupa; aynı sömürgeci mantıkla, ancak ücret mukabili kapılarını geri bırakılmış ülkelerinin iş gücüne açtı. Bu da Avrupa’ya hiç kapanmayacak bir göç kapısını aralamış oldu.

                Soğuk Savaşın bittiği 90’lı yıllara kadar nispeten kontrollü bir göçmen politikası güden Avrupa’da, bu ilk gelenlerin yerleştiği bir Afrasyalı nüfusu bir ölçüde kabullenilirken, bu tarihten sonraki süreç ise kontrolün kaybedildiği yeni bir dönemi de başlattı. ABD’nin tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni (The New World Order) Afrasya için yeni yıkımların, acı ve gözyaşlarının da değişmez adı oldu. Şimdi Güneydoğu Asya’dan, Batı Afrika’ya kadar uzanan muazzam coğrafyanın geleceği olmayan insanları, durumlarının baş sorumlusu olan Batı dünyasına yönelik yeni bir kavimler göçü dalgasının da baş aktörleri duruma gelmişlerdir.

                 Afrikalıların Akdeniz üzerinden, Asyalıların ise Doğu Avrupa ve Anadolu, biraz da Akdeniz güzergâhı üstünden Avrupa’ya yürüyüşleri artık kitlesel ölçeğe ulaşmış durumdadır. Böyle bir dalgayı Avrupa’nın tam anlamıyla durdurma imkânı da şu an için görünmemektedir. Daha şimdiden birçok gelişmiş Batı Avrupa’sının varoşları bu Afrasyalıların yaşam alanları olmuş durumda. Artık dünyaya her hangi bir insanî değer üretmekten aciz durumdaki Batı, kendi yıkımının sonuçlarını evine taşımanın rahatsızlığıyla karşı karşıya.

                Son yıllarda başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde hortlayan faşist ırkçı eğilimler kıtaya eklenmiş Afrasyalılar’a karşı toplumsal bir reaksiyon gibi görünse de, bu olguyu el altından kurgulayan ve destekleyen bizatihi Avrupa ülkelerinin kendi istihbarat teşkilatlarıdır. Yani planlı ve illegal bir devlet politikasıdır. Irkçı saldırıların temel amacı tedhiş havası oluşturarak bu insanları geldikleri yerlere geri göndermek olsa da, günün şartları icabı bırakın geri göndermeyi, yeni gelmekte olan dalgaları bile durdurmakta zorlanmaktadırlar.

                Suriye, Irak, Yemen, Afganistan, Pakistan, Orta Asya, Uzakdoğu Asya, Güneydoğu Asya, İran, Arap ülkeleri ile Berberi Kuzey Afrika ve siyahi Orta ve Güney Afrika’nın son dalga göçerleri artık her türlü risk ve tehlikeyi göze alarak ve mümkün olan her yöntemi deneyerek Avrupa’ya geçme iradesini ortaya koyuyorlar. Türkiye’nin artık göçmenleri Avrupa’nın hemen sınırında tutma politikasından vaz geçerek, göç güzergâhını serbest bırakmasıyla birlikte durum Avrupa için barajın yıkıldığı anlamına gelmektedir.

                Kendini her türlü insanî değerin merkezi ve membaı ilan eden, ancak yavrusunu yiyen kedi misali tüm değerlerini çiğnemiş olan Batı Dünyası şimdi yalancı hümanizminin son sınavını berbat bir şekilde vermektedir. Yunanistan’ın, sınırlarından geçmek isteyen bu zavallı insanlara uyguladığı vahşi politika ve buna destek olan AB ülkeleri maskelerini bir kez daha düşürmüştür. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar bu göç dalgasını durdurmayı başaramayacaklardır.

                Avrupa’nın, kıtasını korumak için önünde iki seçenek vardır. İlki ülkelerini sömürerek ve iç savaşlar çıkartıp, silah vererek harabeye çevirdiği bu insanların ülkelerinden kanlı ellerini tamamen çekip, o ülkelerin kalkınmasına destek olması ve bu sayede göçü kaynağında durdurmasıdır ki, Batının böyle bir insaniyetperverliği yapması cibilliyeti ve tarihsel duruşu açısından imkânsızdır. Yani böyle bir kabiliyeti yoktur. Ya da bu insanları hem göç yolunda, hem de Avrupa’da topyekûn katlederek imha etmesidir. Bu da konjonktürel güç ve dengeler açısından imkânsızdır. O halde neticelerini bir şekilde hazmetmek zorundadır. Bu ise zaman içerisinde Avrupa’nın demografik dönüşümünü netice verecektir.

Daha şimdiden çevreden merkeze doğru gelmeye başlayan bu göçerlerin ikinci, üçüncü kuşakları Avrupa ülkelerinin parlamentolarında boy göstermeye başlamışlardır. İstatistiklere bakıldığında nüfus artışının yaklaşık %80’lik bir dilimini Afrasyalı insanların oluşturduğu Avrupa’nın geleceği büyük bir demografik değişimin de sinyallerini vermektedir. Yaşlanan Avrupa; evlilik ve aile kurumun çöküşü, yaygınlaşan ve meşrulaşan eşcinsel eğilimler, çocuk bakmaktansa köpek bakmayı tercih edişin sonucu düşen doğum oranları vb. birçok olumsuz faktörün etkisiyle nüfus dengesini kendi aleyhine azar azar yitirmektedir. Irkçı faşist saldırılar bu olguyu tersine çeviremeyecektir.

Bugünün gidişatından bakıldığında yüz yıl sonrası için bambaşka bir Avrupa demografisiyle karşılaşmak sürpriz olmayacaktır. Nüfusun en azından yarıya yarı denkleştiği ve belki de Avrupa’da Avrupalıların azınlık durumuna düştüğü bir kıta, gerçek bir Afrasya Kıtasına dönüşebilir. Birinci Kavimler Göçü günümüz beyaz Avrupa’sını ve Avrupalılık bilincini oluştururken, modern çağların ikinci Kavimler Göçü gelecek asırda siyahi, buğday benizli, esmer tenli Afrasya Avrupa’sını dünyanın hâkim sosyolojik gerçeklerinden biri haline getirebilir.    

                Asırlar önce Coğrafi Keşiflerle yeni kıtaların yerli medeniyetlerini yok edip, Avrupalılaştıranların torunları, şimdi kendi kıtalarını koruma kaygısı içine düşmüş durumdadırlar. Ne demişler? “Ne ekersen onu biçersin.” Bir başka deyişle, “Men dakka dukka”.  Görünen o ki, “Yeni Dünya Düzeni”ni başlatan Batılılar oldu, ama ona son şeklini verecek olanlar Afrasyalılar olacak gibi. Görevlim mevlâm neyler, neylerse güzel eyler.

                Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

İbrahim KANADIKIRIK