Kahramanmaraş’ta çocukluk yıllarında bağlamaya gönlünü kaptırmış Mehmet Bağlar, Maraş Kale Gazinosu’nda saz çalmaya başladığı günlerden bugüne sahneden hiç inmemiş. Dilber Ay’dan, Kenan Temiz’e, İbrahim Tatlıses’ten, Nuray Hafiftaş’a kadar pek çok ünlü türkücüye bağlamasıyla eşlik etmiş. Farklı dönemlerde İstanbul’da yaşamayı denemiş ama sonunda yine Maraş’a dönmüş. Bağlama emekçisi, müzik adamı Mehmet Bağlar ile Manşet Gazetesi olarak röportaj yaptık.
İşte müzik adamı Mehmet Bağlar ile yaptığımız röportajların detayları…
Müziğe nasıl başladınız, neyden esinlendiniz bu süreci biraz anlatır mısınız?
Kahramanmaraş’ta 1958 yılında eski adıyla Devecili, şimdiki adıyla Akçakoyunlu mahallesinde doğdum. Rahmetli anama sormuştum, ne zaman ben doğdum diye, n” Oğlum, asma yaprağının çıkma zamanında doğdun” demişti. Demek ki bahar mevsimi. Mayıs ayları filan. Bizim evde müzikle uğraşan yoktu. İlkokula giderken sabah 6’da kalkardım. Her sabah radyoda halk müziği istekler programı olurdu, onu dinler, okula giderdim. Bir sabah uykudan Neşet Ertaş’ın “Gören ağladı beni” türküsüyle öyle bir uyandım ki, kendi kendime bu sazı öğrenmeye söz verdim. O zaman içime bir yangın çöktü. O günlerde bir çıtanın üzerine karton taktım. Bağlamanın göğsü gibi oldu. Eskiden telefon tellerinin içine bakır, üstünde çelikten, siyah bir tel satılı olurdu. Onunla telleri taktım. Sonra mintaks kutusuyla teknesini yaptım. O sazlarla 3-4 arkadaş tıngır-mıngır saz çalmaya başladık. İlkokulda gömlekçi de çıraklığa başlamıştım. Sabahları okula, öğleden sonraları çıraklığa giderdim. Müşteriye “hayırlı olsun ağabey” derdik, o da bize bahşiş verirdi. Haftalığım 10 liraydı. Evdekilere yalan söyler, 5-7 lira aldığımı söylerdim. Herkes sinemalara filan gider, ben gitmezdim. Para biriktireyim de bir bağlamam olsun diye çocukluğumu pek yaşayamadım. Babama söylesem kesinlikle karşı çıkardı. 8 ay çalıştıktan sonra bir saz aldım. Sonra başka bir sazla değiştirdim. O yıllarda saz çalmak ayıptı. Bir gün babam sinirlenip “ senin baban mı sazcı, deden mi sazcı, sen niye saz çalıyorsun?” dedi ve sazımı kırdı. Bundan 2-3 yıl öncesine kadar o kırık sazı saklıyordum. Sonra evde aradım bulamadım. Babam sazımı kırsa da yenilmedim, yeni bir saz buldum. Sazlarımı bir arkadaşımın evinde saklıyordum. Ortaokulda halk oyunlarına katıldım. Terzide kalfa olmuştum. Bu sefer daha güzel bir bağlama aldım. Artık yavaş yavaş çalmamı geliştirmeye başladım. Ustadan izin alır, bir zeytinliğe gider, saatlerce saz çalardım. Sürekli Neşet Ertaş ve Yıldıray Çınar dinlerdim. Bilhassa Neşet Ertaş’tan çok etkilendim.
Bağlamaya olan tutkunuz sizin tam bir bağlama ustası olmanızı sağladı. Peki, bu süreç nasıl gelişti? Size yol gösteren kimler oldu?
Teyzemin oğlu Maraş kalesinde Kale Aile Gazinosu’nu işletiyordu. Aynı mahallede oturduğumuzdan, bilirdi benim ufak tefek tıngırdattığımı. Tabii hem çalar hem de söylerdim. 15-20 parça bilirdim. Bunlar, “ Dam Üstüne çul sere, Loylu da yar, Ay akşamdan ışıktır, Çarşambayı sel aldı, Yıldıray Çınar’ın “Badı sabah selam söyle o yâre” gibi o zamanın meşhur türküleriydi. Birkaç tane de Neşet Ertaş’dan vardı. Bağlamayla ilk öğrendiğim türkü karadır bu bahtım kara olmuştur. Herkes Gelin Ayşe’yle başlardı ama ben onunla başladım. 1973 yılının yaz ayında teyzemin oğlu gazinoya çağırdı. Şimdi kuyumculuk yapan bir arkadaşım darbukayla bana eşlik etti. Ben de saz çalıp, türkü söylerdim. İkimiz çalışmaya başladık. Sazımız o zamanlar elektro değil tabi, boş bağlama. Önüne mikrofon koyardık, onunla tıngır mıngır çalardık. Sesi fazla çaldığın zaman ıslık yapar öterdi, az açarsan duyulmazı. Öyle paldır küldür giderdik. Adanalı Ömer Abut adında saz çalan bir ağabeyimiz vardı. 1974 yılında Kahramanmaraş’a geldi. Kale gazinosunun da son günleriydi. Buralarda isim yapmış bir solistle gelmişti, sanırım Dilber Ay’dı. Yanına gittim. “Bende yanına çıkabilir miyim” dedim. Kabul etti. Tabii biz kelle bağlamayız. Soluna oturuyor, getir götür işler yapıyoruz. Kelle bağlama dediğim yan bağlama. Yani görüntü bağlama. Ama Ömer Abut o yıllarda bu bölgede çok büyük bir bağlamacıydı. Hatta İstanbul’da birkaç plakta bağlama çalmıştı. Beraber “Arif Hoca’nın Pavyonu” adıyla bilinen Levent Gazinosu’nda çıkmaya başladık. Orada epey şey öğrendim. Ufak tefek solistlerle tek başıma eşlik etmeye başladım. Eskilerin Kulüp Programı dediği, şimdi Restoran programı olarak bilinen gecelerde çalmaya başladım. Ömer abi restoran programlarına çıkmazdı. Gazinonun yeni yetmelerinden 1-2 üvertür çıkardı. Her gün iki solistle çalıyordum. Ömer abi karşımıza oturur izlerdi. O izlediği zaman hiç çalamazdım. Bir takıldığım yer vardı, Âşık Veysel’in Uzun ince bir yoldayım türküsünde ki arasazları çalamazdım. O türküde ritim bir yana giderdiim. Ömer Abut bir gün bana kızdı., nasıl çalmam gerektiğini gösterdi. Çok şey öğrendim ondan. 1975 yılında, Ömer Abut’u İskenderun’dan çağırdılar. Bana “Sen git” dedi. “Abi nasıl giderim, nasıl çalarım, cesaretim yok” dedim. İskenderun o yıllarda doğunun İstanbul’uydu. İskenderun’da Ömer Abut bşr gazinoya gönderdi beni. İskenderun’a giderken aileme terzilik yapmaya gittiğimi söylerdim. Orada bir yıl çalıştım ve çok iyi müzisyenlerle tanıştım. Yalnız olduğum için bağlama çalışmak için çok fırsatım oldu. Ana türkü söyleme hevesim kayboldu. Kendimi tamamen sazıma verdim. İster istemez halk müziğinin yanı sıra arabesk de takılmaya başladık. Akşama solist parça bekliyor. Solist şu parçayı okuyalım diyor. Ben sanıyorum ki solist parçayı biliyor. Sonra öğreniyorum ki bilmiyor, benden öğrenecek parçayı. Ekmeğimiz icabı biliyorduk her parçayı.
İstanbul’a adım atmanız nasıl oldu? Bu sürede hangi ünlü sanatçıların arkasında bağlama çaldınız?
İskenderun’la Kahramanmaraş arasında epey gittim geldim. Bir Ömer Abi “Kendini yetiştirmek için İstanbul’a gitmelisin, orası derya deniz” dedi. İstanbul’a gitmeye karar verdim. Aileme yine terzi yalanını söyledim. İstanbul’a varınca Beyoğlu’nda Bonn Oteline gittim. Bütün müzisyenler orada kalırdı. Hala İstanbul’a her gittiğimde uğrarım o otele. Küçük Emrahlar, Mahsun Kırmızgüller hep o otelden geçmiştir. O zamanlar yanımda epey para vardı. İskenderun’da biriktirmiştim. Hiçbir yerde çalışmayıp sadece o parayı yesem, 4-5 ay bitmezdi o para. Sonra Beyoğlu’nda takılmaya başladık. Büyük yerler, gazinolar beni ürkütüyordu. Epey yetişmiştim ama ortalıkta çok iyi bağlamacılar vardı. Radyoda saz sanatçısı Ülkü Beşgül’le tanıştım. Zekai babanın da yardımlarını gördüm. Ama öyle bir düştü ki müzisyen arkadaşların arasına, daha gözümüz açılmamış, bazı şeyleri bilmiyoruz.
Kahramanmaraş’ta parmakla gösterilen bir müzik adamı oldunuz ve İbrahim Tatlıses’in arkasında bağlama çaldınız. Bize o yılları anlatır mısınız?
8 ay sonra Kahramanmaraş’a geri döndüm. Yanıma da Hitachi marka bir teyp aldım. O gün hangi kaset çıkmışsa heme alıyordum. Mutlaka geçiyordum parçaları. Artık bayağı hızlanmıştım. Memlekete gelince, “Mehmet uçuyor” demeye başladılar. İyiyiz ama buraya göre iyiyiz İstanbul’a göre değil. Tekrar gazinoda kalede çalmaya başladım. Bir gün çalışmak için İbrahim Tatlıses geldi kaleye. Yanında da o zamanki adıyla Osman Doğan, şimdiki adıyla Ferhat Güzel vardı. Bej renkli bir Murat otomobille geldiler. Ferhat şoförlüğünü yapardı. Pek türkü okumazdı. Yanlarında bir de edebiyat öğretmeni vardı. Tatlıses sahneye çıkmadan önce anons yapardı. Biz de arakada bağlama çalıyoruz. Bu arada İbrahim Elazığ’da Yalçın Plak’a bir akset doldurtmuştu. Arabesk-Halk müziği karışımı bir kaset. Halil Kendirli, Kenan Temiz gibi pek çok ünlü varken ortada İbrahim Tatlıses epey kaset satmaya başlamıştı.
Müziğe ilk başladığınız günden bu yana neler yaptınız? Bu sürede size destek olan kimlerdi ve Kahramanmaraş’ta müzikal anlamda neler yaptınız?
Askerde iken beni bando takımına almışlardı ve ben tenor çalıyordum, aynı zamanda da orduevine de gidiyordum. Orada iken bağlama da çalardım. Notayı ben askerde öğrendim. Askerdeyken benin ustam benin komutanımdı. Ustam bana “Buna nota sana lazım olacak, iyi çalış” dedi. Herkes bono kitabını 82’nci sayfaya kadar okurken ben 116’ncı sayfaya kadar okudum. 1979’da askerlik dönüşünde 3’üncü günde Arif hocanın gazinosunda tabii eski adıyla Levent Gazinosunda tekrar bağlamacı olarak çalmaya başladım. Orada ben 5 buçuk yıl bağlama çaldım. Oraya çok kaliteli insanlar gelip gidiyordu. Daha sonra evlenince ben belediye bandosuna geçiş yaptım. Belediye bandosunda yine tenor çalıyordum. Sonra 1981 yılında ben Edeler Müzik Dershanesini açtım. Orada İsmail Topal kardeşimiz vardı. Oda iyi bir edebi söz yazarlığı vardır ve birçok da eserleri vardır. Hatta bundan daha 3 ay önce İsmail’in albümünü yaptım. Daha sonra Atatürk Park’ında 1982 yılında fuar çalışmalarını organize ettim. Bağlama çaldım, sunuculuk yaptım. Fuara Selahattin Cesur’u getirdik. O da Kahramanmaraş’ın önemli müzik adamlarındandır ve onun birçok eserini ünlü sanatçılar yorumladılar. 1990 yılı belediyede çalıştığım dönemlerde Sabancı Kültür Merkezi’nde o dönemin Kültür Müdürü Osman Nalbant ve Ahmet Durna beni çağırdılar ve “Burada bir koro kuralım” dediler. Koromuzu kurduk ve 86 kişilik müthiş bir koro kurduk. Orada 6 yıl hizmet ettim ve birçok konserler verdik. Daha sonra ben Kahramanmaraş Belediyesi’nin bando şefi oldum. Bir müddet turizmle uğraştım. Sonra 2006 yılında emekliye ayrıldım. Bandodan ayrılmadan önce Kahramanmaraş Belediyesi’nde konservatuar kurdum. Mustafa Semerci ile sırt sırta vererek çok güzel konserler verdik. Ben yine 1996 yılında şimdiki Volkan Müzik Galerisini kurdum. Kahramanmaraş’ta ilk müzik mağazasını ben kurdum. Orada çeşitli faaliyetlerimizi yürütürken ben İstanbul’da albüm yönetmenliğine devam ediyordum. Güray Hafiftaş’tan birçok ünlüye kadar beraber çalıştım. Hatta 1992 yılında Nuray Hafiftaş’ı ben Kahramanmaraş’a getirmiştim. Ben yaşadığım müddetçe müziği ve bağlamaya bırakmayı düşünmüyorum.
MEHMET BAĞLAR
VOLKAN MÜZİK GALERİSİ
Röportaj: Emre Akkış
Muhabir: Mahmut Beyaz