On binlerce yıllık dünya tarihine baktığımızda, son iki yüzyıla tüm teknolojik ilerlemenin sığdığını görebiliriz.  İlginç değil mi? Kimine göre bu çağda olmak bir şans, kimine göre teknolojiyle birlikte insani değerlerin hızla dibe vurması ruhumuzda derin yaralar açtı. Benim de kanaatim yozlaşmanın teknolojik ilerlemeyle paralel gitmesi ve ruhumuzun ciddi hasarlar görmesi yönünde. Her yükseliş aslında başka bir düşüşü de beraberinde getirdi.

***

Hayatımıza ansızın giren kovit gerçeği ile yeniden oturup düşünme fırsatı bulduk. Dünya eve kapandı, en yakınımızın son yolculuğuna katılamadık, anlık ölümler ve korku tabanlı yeni bir hayat…  Aşı bulundu sorun bitmedi, aşı ve ilaçların gelecekte bize ve neslimize bırakacağı olumsuzluklar… O kadar soru işareti ile yaşamak tabi ki hepimizi derinden sarstı.  Evet, bu kadar yoğun bir yılın ardından ben de öyle bunalmıştım ki gözümü karartıp, 2021 Ağustos ayında Avrupa ya turist olarak gidip, birkaç ülke gezmeye karar verdim. Tek başıma valizimle yola koyuldum. İlk durağım Almanya idi. Kuzey tarafında muhtemelen gezmediğim şehir kalmadı. İlk Almanya olmasının sebebi bana rehberlik edecek yakınlarım vardı, Türk nüfusu oldukça fazlaydı ve böylece gurbetçi gözlemleri de yapabilecektim. Daha önce gezdiğim ülkelerden bu yönüyle farklıydı.

***

Bizim alamancıları yerinde görecek hemhal olacaktım, bunun heyecanı beni sarıp sarmalıyordu. Belki birkaç da hikâye çıkarırdım, neden olmasın. Yıllardır tatillerde gördüğümüz ve uzaktan hikayelerini duyduğumuz gurbetçileri ve oradaki sosyokültürel yapılarını yazar ve araştırmacı tarafım çok merak ediyordu. Bu seyahat hem bir tatil hem bir araştırma olacaktı benim için. Yurt dışına yaptığım seyahatlerden hep güzel hikayelerle dönmüştüm. Annemin de dediği gibi doğuştan entelektüel olan ruhuma zenginlikler katmıştı. Bu sefer de öyle olacağına tüm kalbimle inanıyordum. Bilmiyordum ki entelektüel meraklarım başıma neler açacaktı.

 ***   

 Antalya’dan Frankfurt’a direk uçuş biletimi ve yeşil pasaportumu alıp, yola koyuldum. Kendimden emindim, içim rahattı, nasılsa vize derdim de yoktu, pasaportum yabancıların dediği gibi specialdi. Ne yazık ki bu rahatlık Frankfurt Havaalanında birden kâbusa dönüştü. Ben kendinden emin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, hop kontrolde polis tarafından sorgu salonuna alındım. Neden diye sormama bile müsaade edilmedi. Girdiğim salonda yerlerde yatan kadınlar, banklara yayılmış endişeli gözlerle etrafa bakınan erkekler… Sanki bilmediğim bir dünyadan ışınlanmış, garip kıyafetler içinde bir yığın insan. Az sonra anladım ki Afganlı mültecilerle aynı salondayım. O an nasıl bir şok yaşadığımı şimdi bile anlamlandıramıyorum. Camın arkasına geçen polis, benim pasaportu diğer polise verdi ve bilgisayardan kontrole başladılar. Odadaki üçüncü polis beni seyrediyor, cama vurduğumu ve İngilizce beni burada tutmaya hakkınız yok diye yükseldiğimi hatırlıyorum. Salondaki tüm Afganlılar benim bu yükselişimi şaşkınlıkla izliyorlar. Bir kadın ve Alman polisine yükselebiliyor bakışı vardı hepsinde. Yerde yatan kadınlar toparlanıp seyir pozisyonu aldılar, merakla beni izlemeye başladılar. An içinde, tek kişilik bir tiyatro sahnesi ve ben oynuyorum, duygusuna kapıldım. Sonra aralarında yarım yamalak Türkçe bilen biri Türk müsün abla diye seslendi. Gururla döndüm, elhamdülillah diye başlayacaktım, vaz geçtim, evet dedim. Abla biz 12 saattir burada tutuluyoruz, sizi de tutarlar dedi. Nasıl bir güvenle söyledim bilmiyorum, beni tutamazlar, ben Türk vatandaşıyım ve hiçbir gerekçeleri yok dedim. Sustu. Oysa Almanların gerekçeyle işleri yoktu, isterlerse tutarlardı. Olsun, ben yine de dik durmalıydım. Aynı Afganlı sanki açıklamak zorundaymış gibi bana dönerek, biz Taliban dan kaçtık, o uçaklardan düşenler var ya biz onlarız. Buraya kaçırdılar, mülteciyiz. Anladım ki 15 Ağustos da, Amerika’nın asker çekmesini fırsat bilen Taliban’ın Kabile girmesiyle başlayan olaylardan kaçanlar. Evet, bir gün önce evimde TV’den izlediğim insanlar, Kabil havaalanında havalanmak üzere olan uçaklara bizi de alın diye sarılıp, uçaklar havalanınca patır patır düşen Afganlılar. Oturduğum yerde izlerken nasıl da üzülmüştüm. Oysa şu an onlarla Frankfurt havaalanında sorgu odasındayım. Hayat sürprizlerle dolu cümlesinin gerçekleşmiş hali. Tam da bu noktadayım.

***

Beni pasaporttan alıp getiren polis, odadan çıkıp yanıma geldi. Bilgisayardan benimle ilgili hiçbir sorunun olmadığını aslında gördü ama yine de bana aynı şeyleri sordu da sordu. PCR testin, aşın var mı,  nerede kalacaksın, tanıdığın var mı? Aşı ve PCR testi evraklarını telefonuma ve hatta hayat eve sığar programıma kaydetmiştim hemen açıp gösterdim,  bir de ukalalık yaptım,  sanırım siz de yok bu uygulama dedim. Neden geldin dedi, ben turistim ülkenizi gezeceğim dedim. Ne zaman döneceksin, dönüş biletin var mı diye sordu, bilmiyorum ne zaman istersem o zaman, üç ay kalma hakkım var dedim. En son soru paran var mı, ne kadar. Çantamı açtım, saymamı ister misin dedim. Nayn dedi. Aslında o da biliyordu bu sorduklarının saçma ve sadece beni biraz korkutmak için olduğunu. Sen nasıl elini kolunu sallayarak benim ülkeme girersin demek istiyordu. Pes edip odaya girerken, ardından ben special passporta sahibim, bunu neden yapıyorsunuz diye de yükseldim. Evet, artık beni bahane edecek sınır dışı edebilirlerdi. Valizimi bile alamamıştım, elimdeki dondurma çantasına baktım, valizi bulamazsam dondurmaları şu Afganlılara bırakayım da bir Maraş dondurması yesinler ömrü hayatlarında bari diye düşündüm.  Neyse sınır dışı da edilsem onurumla gidecektim.

***

 Az sonra aynı polis odadan çıktı, elinde benim pasaport, gelin dedi, takip ederken sınır dışı olacağımdan emindim. Kapıdan çıkar çıkmaz gidebilirsiniz deyince daha da cesaretlendim, bakın ben terörist değilim, sadece ülkenizi gezmeye gelmiş bir turistim. Siz içeridekileri sorgulayın dedim. Çok sinirlisiniz dedi, donuk Alman bakışıyla bakarken. Siz burada kal deseniz de ben bu ülkede kalmam merak etmeyin, vatanımı seviyorum diye de ekledim. Ardımdan şaşkın bakakaldı. Tekrar dönüp, Türk nezaketini de göstermek istedim, hoşça kalın diye seslendim. Valizimi bulmak epey zamanımı aldı, en son depodan çıkardılar.

***

Çıkışta bekleyen kuzenim erken çıkmama şaşırdı, sorguda olduğumu biliyordu. Çünkü onu da arayıp sanki çapraz sorgudaymışız gibi saçma sapan sorularla meşgul etmişlerdi.  Sonra mevzuyu ona da detaylı anlatınca şu yorumu yaptı, işte asıl mevzu bu yorumda saklıydı. Biz Türkler burada hep ezildik. Yıllar önce gelen büyüklerimiz dil bilmedikleri, haklarını savunamadıkları için hep sustular, korktular ve Almanlar onları ikinci sınıf vatandaş görüp, ezdiler. Hem en zor işlerini yaptırdılar hem ezdiler, sömürünün başka bir türü yani. Şimdi sen ve senin gibi Türkleri görünce bir durup düşünüyorlar ve aslında çekiniyorlar, çünkü biliyorlar ki yaptıkları zaten insanlık dışı. Sen bugün bunun bir kanıtı oldun. Şaşırmışlardır. Asıl gıcıklandıkları da işte o special passport. Sevmez bizi bu gâvurlar, isterler ki hiçbir hakka sahip olmayalım, sürünelim. Altmışlı yıllarda köyden, kırsaldan giden, okuma yazma bilmeyen, sadece ekmek parası derdinde olan zavallı vatandaşım, Almanlar üzerinde Türkler ile ilgili ne kadar da cahil Türk önyargısı bırakmıştı. Bugün, benim de o sorgu odasında Afganlılara bakış açım gibi belki de. Ne dersiniz, illa eğitim illa muhasır olmak. Müslüman ülkelerin en büyük derdi de işte bu.