Bu şehir zehirli bir sarmaşık, gitmek istersin seni koynuna alır sarar .Kalmak istersin sarmaşığın kolları seni zehirler, bazen nefes alamazsın ama gidemezsin , öyle seversin ki kalmak ölüme bedeldir , kalırsın. Ninenin ninnileri kulaklarında yankılanır , ruhun bir türlü vaz geçemez, çaresiz boyun eğersin. Yanlış giden ne çok şey vardır, hangisini söylesem diye düşünmekten yorulur, vaz geçersin. İpin ucu kaçmıştır , yumağı saramazsın, bir karmaşa ki nereden başlasan ip kopar, sen yorulursun.
Geçenlerde bir okurum, hocam geçen sene belediyenin edebiyat günlerinde sizi neden göremedik diye serzenişte bulundu. Bu ve buna benzer birçok serzenişle daha önce aslında karşılaşmıştım, her zaman ki gibi bir açıklama yapmamış, bilmiyorum deyip konuyu kapatmıştım. Sonra, yine yakın zamanda bir etkinlikte, yazar dostlardan biri, hocam sen neden belediyenin çıkarttığı kadın dergisinde yazmıyorsun, senin orada olman gerekmez mi diye sorunca, öyle bir dergi mi var diyebildim. Bilmeyenlerin, benim ego yaptığım için yazmadığımı zannetmiş olduklarını da konuşma esnasında anladım. Öyle bir şey olmadığını izaha çalışmak da cabası oldu tabii, ne ironik bir durum diye güldüm kendi kendime. Aslında hep böyle durumlarda güler geçerdim ama bu sefer yazmak istedim. Çünkü bu mevzu yalnız beni değil, bu memlekette nice sanatçı, edebi kimlik, ressam, entelektüel ve iş sahibi vatandaşı ilgilendiriyordu ve yazmalıydım. Duttan düşen duttan düşenin halinden anlardı ve ben o duttan ne çok düşmüştüm. Her seferinde de gülüp geçmiştim. Madem kamuda halkın sesi olmak gibi bir misyon yüklemişlerdi bana, o zaman bir çok insanın sesi olmalıydım. Mevzu benim değil, genelindi üstelik. Dilsiz şeytan olmak Allah ın kuluna yakışmazdı.
Bak canım kardeşim, kendimden örnek vererek anlatabilirim ancak bu mevzuyu. Bu şehir ilginç bir bumerangın içinde ve bunu maalesef biz kıramayız, kırmaya verecek enerjimi ben işime veririm. Bizim için memleket önemli, şan şöhret değil. O düşünceleri aştık çok şükür, egoyla kendimizi zehirleyemeyiz Allah muhafaza. O eskidendi, gençlik zamanlarımda kendi kendime kırılır, arada köşeme çekilir, sonra dayanamaz yeniden yazmaya başlardım. Bilirdim ki bu şehirde yazmaya, mücadele etmeye değecek nice güzel insan var. Mevla madem vermiş bu yeteneği bize, kulum verdiğimi iyi kullandın mı diye de sorar. Ben kendimden mesulüm, soruya doğru cevap vermek nasip olur dilerim. Ki bu durum sadece bizim camiada değil her kulvarda yaşanıyor. Ya birinin yakını ya birinin kızı, oğlu, yeğeni falancı filancı olmazsan seni ötekileştirirler. Bu, senin işinde başarısız olacağın anlamına gelmez, sen mücadeleni yap, işinde en iyisi olmaya çalış. Çöpçü de olsan yerleri öyle güzel süpür ki kimse görmese de yıldızlar sana hayran olsun.
Bu coğrafya iki sınıfı ağzıyla kuş tutsa asla bir yere getirmek istemez. Ama bilmezler ki güneş balçıkla sıvanmaz. Birinci grup kadınlar, bizim işimiz zordur. Ya kocanızın ya dayınızın ya babanızın o yukarılarda tanıdığı olmalı. O zaman siz her yerde var olursunuz. Bu coğrafyada kalifiye olmak, işini iyi yapmak sonra gelir. Bunu ispatlayabilecek bir hayat yaşadım. Yirmi beş yıldır bu camiadayım, ilk yıllarımda öykücü olarak tanınmış, bu alanda biri Türkiye çapında, diğer ikisi bölgede üç ciddi birincilik ödülü almıştım. O zamanlar yaşın getirdiği cahilliğim biraz da heyecanım vardı, bundan mütevellit zannetmiştim ki bu camiada beni baş tacı ederler. Meğer işler öyle olmuyormuş, kendilerinin önüne geçmeni istemeyecek, o camiada konuşlanmış bir grup varmış. Ne yazdıklarının, nasıl yazdıklarının ya da ulusal anlamda bir yerde yer etmelerinin önemi yokmuş, onlar zaten falanlar ve filanlar olarak hep oradalarmış. Bu kadro yukarı kim gelirse gelsin, orada yer edebiliyorlarmış. Kendi oluşturdukları ekolojik sistem gibi. Bu ekolojik sistemde olmadım ama ülkemin bir çok ilinde yazar kimliğimle çeşitli eğitim kurumlarında misafir eğitimci olarak yazma dersleri verdim, söyleşiler yaptım, sayısız kitap fuarına davet edildim. Memleketimi en iyi şekilde temsil etmeye çalıştım, bu anlamda çok güzel dostlar biriktirdim, gönüllerde yer ettim bin şükür. Kendi memleketime hizmet etmekten de geri durmadım tabii , kendi alanımda çok hizmetlerim, hayata geçirdiğim çok projelerim oldu. Nasip edene şükürler olsun. Ben olayı kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak anlatabilirim ancak ama ne çok insan var farklı alanlarda bunu yaşayan bilseniz. Halkın içinde çok dinleyen , analiz eden, gözlemleyen biri olarak bunu rahatça söyleyebilirim. Şimdi yazdıklarımı okurken, sizlerden de yahu biz de böyleyiz diyenlerin olduğundan eminim. Ne acı değil mi. Oysa insan ülkesi, memleketi için Allah ın verdiği yetenekler çerçevesinde hizmet etmek , emek vermek istiyor. Benim de karınca kararınca bu memlekete katkım oldu hissini yaşamak kadar güzel bir duygu olmasa gerek. Her şeye rağmen biz mücadelemizi yapalım, yapmak zorundayız, birine küsüp oruç yiyemeyiz.
Diğer ikinci grup , koltuk sahiplerinin etrafında dönmeyen , kişisel menfaat kaygılarıyla hareket etmeyen , sadece işini en iyi yapmaya çalışan , vatanının menfaatini baz alanlar.Bunlar da ağızlarıyla kuş tutsa bir yere getirilmezler. Peki bu onların umurunda mı, değil ki farklı davranmıyorlar.
Bu devirde de yine şehrin kültür makamını temsil eden dairelerdeki koltuk sahiplerinin yakını , tanıdığı veya işte o dediğim türden insanlar bol bol var. Bizim gibi sadece işine odaklanmış, halkı muhatap alan, kişisel menfaatini hiçbir zaman önemsemeden bu işi yapanlar orada olamaz zaten, olmak da pek istemez. . Bizim gibiler her devirde ve dönemde makam koltuklarının etrafında kelebek gibi dönmez. Sever, sayar ama dönmez, orası temsil makamıdır makama saygı duyar. Memleketin hali bu , değiştirecek yiğit varsa ellerinden öperiz. Yedi güzel adamın kendi şehrinde yaşamadığını ve buradan cenazesinin kalkmadığını düşündükçe sebepleri anlayabiliyor insan. Bu şehir, biraz sivrileni başına vurur yok eder. O nedenle Akdeniz in köşesine sıkışmış, ne ileri ne geri, öylece durur zamanın kıskacında.
Eskiler bal tutan parmağını yalar derdi. Balın da çeşidi vardır. Biz bu tür bal sevmeyiz. Mevzu vatan olduğunda baldıran zehirini şerbet diye içeriz. Derdimiz yüce makama alnımız ak gitmek, mahkeme i kübrada yaradana mahcup olmamak, hepsi bu.
Dün bitti, yarının garantisi yok, varsa yoksa şuan ve Allah helalinden , hukukuyla yaşamak nasip etsin. Şuraya şiir severler için bir şiirimi ekleyeyim. Hoşça kalın, dostça kalın.
MEÇHUL YOLCU
Çıngıraklı yılanın kuyruğunda zaman
Az ötede oynayan masum çocukluğum
Hazan sarısı ömrümün dallarında
Gümüşi yağmur sarmış kanatlarımı
Yazdan kalma kırlangıç misali
Yol yordam bilmiyorum
Çakalın, itin , kopuğun dünyasında
Bata çıka, hasbel kader yaşıyorum
Meçhul sabahların titrek ayazında
Hu çeken kumruları öykünüyorum
Yorgun başım bir kayaya yaslı
Uyumak değil ki derdim
Uyandığımda arsızı, namussuzu ve dahi hırsızı
Görmeye yok tahammülüm
Yaktım masivaya varan tüm köprüleri
Yalnızlığa kurdum tahtımı
Rüzgâr, muştular fısıldarken kulaklarıma
Güneşin turuncu ölümünde kayboluyorum
Düzelir diye beklemiyorum arsız dünyayı
Kendi bedenimi teneşirde yıkıyorum
Beklediğim , özlediğim yok istikbalden
Vaz geçmişliğim saklı koca bir hiç çıkınında
Umut denizinde boğduğum kambur hayallerim
Kader limanında yaktığım sevdalarımla
Sırasını bekleyen meçhul yolcuyum