Bir süredir iyi gitmiyordu ekonomi. Döviz sürekli inişli çıkışlı bir grafik izliyordu. Piyasaların ihtiyacı olan tek şey siyasi istikrar ve güvendi. Sırf bu yüzden herkes seçimleri bekliyordu. İşsizi iş için, iş adamı yatırım için, esnafı yeni mal almak için. Bir nevi hepimiz daha cesur bir şekilde alış veriş yapabilmek için seçimleri bekliyorduk. Bitti şükür. Çok bilinmeyenli denklemler cevabını buldu derken, yeni ve daha karmaşık bir denklem ile karşı karşıya kaldı ülkemiz… İstanbul.

Açık yüreklilikle söylemek gerekirse, seçimden önce Sayın Devlet Bahçeli’nin söylediği gibi seçimi (1) fazla oy alan Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı kanısındayım. Malum şu anki süreçte her iki tarafta mağdur sıfatına bürünse de, halk nezdinde Sayın İmamoğlu ‘nun mağdur olduğu daha ağır basmakta. Bunu son zamanlarda yapılan anketlerde teyit etmekte.

Tamam, halk olarak mağdurları seviyoruz. Güçlüden yana değil de, tercihlerimizi mağdur olarak gördüklerimizden yana kullanıyoruz. Ancak asıl konumuz bu değil.

Yalnızca İstanbul değil, Türkiye genelinde yapılan seçim çalışmalarında, seçim politikalarında, seçim stratejilerinde belki de en yumuşak, en saygın, en kucaklayıcı seçim çalışmaları İstanbul’da yapıldı. Ayrıştırmayan, bölmeyen, ötelemeyen.

Ülke genelinde yapılan bu yerel seçimi beka sorunu olarak sunmak, diğer partileri terör ile iç içe sunmak…ağır ithamların, suçlamaların bulunduğu, oldukça gergin geçen bu seçim döneminde iki isim diğerlerinden ayrıştı.

Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu…

Sayın Binali Yıldırım, Ak Parti’nin belki de tek tebessüm eden karesi idi. Daima güler yüzlü, esprili, halka yakın, sempatik, sıcak. Seçim çalışmalarında, mitinglerinde,  kırıcı, incitici, öteleyici, kutuplaştırıcı söylemine, beyanatına şahit olmadık.

Sayın Ekrem İmamoğlu’nu belki altı ay önce kimse tanımıyordu. İsmini dahi bilen çıkmazdı çoğu zaman. Ancak seçim öncesi çalışmalarında ağır başlı hal ve hareketleri, toplumun tümünü kucaklayıcı söylemleri, halk içine karışan, sokakta pazarda dolaşan Ekrem İmamoğlu kısa zamanda sempati kazandı. O da rakibi ile hiç uğraşmadı. Hakaret etmedi. Herhangi bir ithamda bulunmadı. Seviye daima yukardaydı.

Seçim iptal oldu. Şundan oldu, bundan oldu. Ayrıntısı ayrı bir konu. Ancak bu iki insan, sanırım tüm siyasilere örnek oldu. Önümüzde, 23 Haziranda iki aday yeniden yarışacaklar. Keşke, bu kısa seçim süresi zarfında Ak Parti “Çünkü Çaldılar” söylemini seçim propagandası haline getirmese, oradan yürümeseydi. Çünkü çalmak bir fiildir. Türk Ceza Kanununda cezai müeyyidesi olan bir fiildir. Varsa delil ve tespiti ile birlikte uygulanmalıydı.

Netice itibari ile, umarız ki, “seçim kazanmak her şey” dahilinden bir an önce sıyrılıp, siyasette saygı anlamında çokça level atlarız. Bu iki insan, saygı anlamında ülkenin tamamını kucaklama anlamında umut veriyor.