Daha çocuk cağlarda başlar teslimiyet ruhumuz. Her düştüğümüzde özenle yerden kaldırır annelerimiz. Üzerimize bulasan tozları dahi kendi ellerimiz ile temizlememize izin verilmez. Her kanepeye tutunup yürüme çabamızda, “aman düşecek" diye bir panik baslar. Velev ki düştük. Yine bir telaş, hep bir endişe. Kendi ayaklarımız üstünde durmamız hep başkası yardımıyla. Düştüğümüz yerden kalkmak yine başka bir çaba ile.

Büyürüz, öğretmenlerimize teslim ediliriz. En büyük sorumlumuz, güven kaynağımız öğretmenlerimizdir artık. Tüm bilgilerimiz, doğuştan gelen yetilerimiz nötr hale gelmiştir. Ailede aldığımız bazı temel değerlerin bile zıttı olabilir yeni öğrendiklerimiz. İki ile ikinin dört ettiği öğretilir. Hiç birimiz çıkıp ta “Neden öğretmenim? Neden beş değil?” diye sorgulama gereği duymaz. Sorgulamadan kabullenmemiz beklenir hep.Hayat yolunun bu ilk merdivenlerinde attığımız bu küçük adımlarda, yeni bir teslimiyet, aile sonsuz güven içinde. Hele öğretmen iyi bir öğretmen ise, okul en paralı okul ise, eğitim konusunda iradeyi teslimat sonsuz.

Büyürüz efendim. Dur durak bilmeden büyürüz. Ancak kendimiz ile ilgili pek çok konuyu başkasına teslime devam ederiz. Babamızın tuttuğu takımı tutarız örneğin. Babamızın ideolojisini benimseriz. Babamızın oy verdiği partiye oy veririz.

Çocukları öğretmene, apartmanı yöneticiye, mahalleyi muhtara, yolları belediyeye, devleti partilere teslim ederiz.

Ha, birde en çok şikayet ederiz. Öğretmenden, okuldan, belediyeden, muhtardan, siyasi partiden, devletten. En kolayı da sonuncusudur. Devletten şikayet etmek. Devlet yapsın, devlet baksın. Devlet çözsün. Aslında iradeyi zorlasak devlet dediğin de biziz ya.

Sormak gerekmez mi bazen, neden, neden iki kere iki dört ediyor. Okul toplantılarına katılsak sık sık. Öğrencilerimizin durumları ile haftada bir öğretmenleri ile görüşsek. Yüzüne bakmadığımız mahallemizdeki kütüphaneyi ziyaret etsek. Belediyemizin onca emek ile uğraşıp yaptığı spor salonlarını doldursak, bisiklet yolunda bisiklet sürsek. Muhtarımızın o küçük muhtarlık binasında ne iş yaptığını sorsak. Körü körüne tuttuğumuz futbol takımlarını eleştirip yerden yere vursak. Sorgulamadığımız eleştirmediğimiz oy verdiğimiz siyasi partileri irdelesek. Doğruya doğru, yanlışa yanlış desek.

Muhalif olsak biraz her şeye. Ama daha çok kendimize, kendi yüreğimize, kendi aklımıza.

İrade Yaratanın her kuluna verdiği, ama ” ayrı ayrı verdiği” en güzel yeti. İradeyi parçalara bölerek kimselere teslim etmemeli. Teslim edilen irade, zamanla siyah ile beyazı ayıramayacak kadar körleşir. İradeyi kullanmak aklı, zekayı keskinleştirir. Külli irade müstesna, cüzzi İrade kimseye teslim edilemeyecek kadar değerlidir.

Din, sanat, siyaset ile iç içe geçmiş, algı operasyonlarının ince ince işlenildiği, kuzu postuna bürünmüş kurtların cirit attığı, medya görselleri ile süslenmiş günümüz dünyasında, en küçüğünden en büyüğüne her konuda, teslimi irade değil, aslolan iradeyi hakimiyet olmalı.