Amerikan Board Protestan Misyonerleri ilk kez 1820’de İzmir’den Türkiye’ye ayakbastılar. O tarihten itibaren Anadolu’da nerede Ermeni varsa orayı faaliyet alanı seçtiler. Para, okul, kilise, sağlık kuruluşu, eğitim, silah, propaganda ne varsa hepsini Ermenilerin önüne serpip Protestanlaştırırken, Türk düşmanlığını da kalplerine büyük bir kin olarak yerleştirdiler. Ermeni isyanları ve İstiklâl Savaşı yılları Millet-i Sadıkadan “Ellik Gâvuru”na dönüşen Ermenilerin bu toprakları ihanet ve kötülüklerinin yüzkarası ile terk etmelerine sebep oldu. Yaşanan acıların esas müsebbiplerden biri olan Amerika ise sinsice ellerini ovuşturmaya ve Ermeni Diasporasının hamisi olarak işin kaymağını yemeye devam etti.

                2.Dünya Savaşı’nın ardından Stalin’in Türkiye’den resmen İstanbul ve Boğazları istemesi bizi ABD’nin kucağına düşürdü. Sovyet tehdidi altındaki Avrupa ülkelerinin kalkındırılması hedefiyle verilen ve 1948-1952 yıllarını kapsayan Marshall Yardımları kapsamına Türkiye de dâhil edildi. Dünyada güç dengesini ABD lehine değiştiren bu süreçte alınan yardımlar hafif sanayi, tarım ve eğitim gibi alanlarında değerlendirilirken, Türkiye’yi Amerikan bağımlılığı altına soktu.

                Sonrası malum. Kore Savaşı ve NATO üyeliği derken, SSCB karşısında sırtımızı dayadığımız ABD, Gladyo adıyla meşhur yapılanmasını ordudan, siyasete, basın-yayından, iş dünyasına varıncaya kadar her yere sızdırarak, bir ABD beslemesi 5.kol üretmeyi başardı. İncirlik Üssü ise bu işin ana kumanda merkezi oldu. ABD zaman zaman kontrolden çıkmaya hevesli Türk siyasetini 1960, 1971, 1980, 1997 darbeleriyle terbiye etmeyi başardı. Öyle ki bu darbeleri başaranlar Pentagon ve Beyaz Saray’da “Bizim Çocuklar” diye anılıyordu.

                Her şeye rağmen Türkiye’nin ABD karşısında nadir olarak dik durmayı başardığı milli meseleler de vardı. Bunların başında 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı gelir. ABD’nin şiddetle karşı durmasına ve tehdit olarak 6. Filoyu Doğu Akdeniz’e gönderip, ambargo koymasına rağmen dönemin Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan ve Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın yiğitliği ile başlayan askeri harekât kahraman ordumuzun Kurtuluş Savaşından beri görülmemiş bir muzafferiyetini netice verdi. Erbakan bunun bedelini hükümetten uzaklaştırılarak ve 12 Eylül Darbesinden sonra da siyasetten men edilerek ödedi. Ama ABD’nin Kıbrıs üzerinden Türkiye’nin Akdeniz sahillerine hapsedilmesi projesi de çöp oldu.

                ABD’nin tüm çabalarına rağmen Türkiye’de her zaman milli bir siyasetin var olması çıkarları açısından bir sorun teşkil etti. Zamanla Türk kamuoyundaki ABD sempatisinin yerini karşıtlığa ve güven bunalımına bırakıyor oluşu milli siyasete güç veren unsurlardan oldu. ABD, Türkiye’deki bu negatif gelişmenin tesirini azaltmak için ülkeyi yapay iç problemlerle boğuşturma taktiğini çok iyi uyguladı. Bunun da en güzel yolu Sam Amcanın “maşa varken ateşe elini değdirmeme” politikasıydı.

                Kurup, eğitim ve donatımını sağladığı PKK terör örgütü ile 40 yıldır Türkiye’yi frenlemeye ve terbiye etmeye çalışan ABD, PKK varlığını Türkiye, Irak ve Suriye’nin bölünmesi için en büyük koz olarak koruyup, kolladı. PKK’nın modern bir Haçlı kuvveti olarak içerde ve dışarda yapılanması, politika, her türlü kaçakçılık faaliyeti, basın-yayın ve propaganda gibi alanlarda etkili olması için tüm imkânlarını seferber etti. Bu süreçte İncirlik bir üs olarak askeri istihbarat vazifesini çok iyi yaptı.

                Ama her şeye rağmen Türkiye’nin güçlenmesini ve kontrolden çıkışını durduramadı. 2013 Gezi Olaylarında planladığı sivil itaatsizlik darbesinde başarılı olamadı. En son tüm plan ve projelerini hazırlayıp, uygulamaya koyduğu 15 Temmuz Darbe Girişiminde de beklediği neticeyi alamaması Türkiye üzerindeki geleneksel politikasında revizyona gitmesine sebep oldu. Bu yeni dönem açıktan mücadele ve düşmanlık siyaseti oldu...