Tolstoy 1885 yılında kaleme aldığı “İnsan Ne İle Yaşar” kitabında, 2.hikayede Pahom adında bir çiftçinin öyküsünü bize anlatır. Pahom’un toprak sevdasını bilen bir adam, filanca bir yerde bir adamın topraklarını çok ucuza verdiğini ve Pahom’un güneşin doğuşundan batışına kadar çevreleyebildiği bütün alanı çok ucuza ele geçirebileceğini ona söyler. Kazmaya başladıktan sonra sahip olduğu arazi ona yetmez ve hemen yanıbaşındaki arazi daha güzel diyerek kazmaya devam eder ve en sonunda güneşin batmasıyla beraber, belirlenen çizgiye ulaşamadan can verir. Tolstoy bu hikayeyi şöyle noktalar: “Onun ihtiyaç duyduğu üç arşın kadar bir topraktı…”

İhtiyaç, tatmin edildiğinde haz ve mutluluk veren, tatmin edilmediğinde ise acı ve üzüntü veren bir duygudur. İhtiyaçlar zorunlu ve zorunlu olmayan ihtiyaçlar olarak ikiye ayrılır. Zorunlu ihtiyaçlar, yemek, su, barınma, hava gibi şeylerden oluşurken, zorunlu olmayan ihtiyaçlar daha çok eğlence içerikli aktivitelerden oluşur.

Ekonominin temelinde ihtiyaçların tatmin edilmesi yer alır. İnsana dair ihtiyaçlar, üretim ve tüketim faaliyetlerinin ana unsurudur. İhtiyaç kavramı, insanlık tarihi ile birlikte sürekli değişmiş ve zorunlu-zorunlu olmayan ihtiyaçlar listesine yeni nesneler, eşyalar, aktiviteler eklenmiştir. Örnek verecek olursak, bundan 50 yıl önce beyaz eşya, televizyon, ocak gibi eşyalar zorunlu değilken, şimdilerde zorunlu ihtiyaç halini almıştır.

İnsan nüfusunun hızla artması, ekonomide yeni tüketim araçlarının da çoğalmasını beraberinde getiriyor. Üreticiler, ürünlerini sağlık, moda, cinsellik, imaj gibi alt kimliklerle donatarak farklı şekilde pazarlayıp, suni bir ihtiyaç yaratmaya odaklanıyor. İhtiyaç tanımını sürekli genişleten tüketici toplum da bunları satın alıp haz tatminini yerine getiriyor.

İnsanlığın mayasında yer alan birçok erdem, işte bu suni ihtiyaçların tatminiyle yok olmaya yüz tutmuş durumda. Artık bir şeylere sahip olurken, ona gerçekten ihtiyacımız olduğunu sorgulamadan, canımız istediği için, borçlanarak da olsa sahip olmayı bir adet haline getirmiş bir haldeyiz. Şu an Nobel ödüllü ekonomistler, Türkiye ekonomisi hakkında yaptığı tespitlerde suni kaynaklarla pompalanan iç talep artışından ve iç tasarrufların yetersizliğinden bahsediyorlar.

Elindekinin kıymetini bilen, bozulan eşyasını onaran, tamir eden zihniyet şu anda cimri, çaresiz, yoksul gibi algılanıyor adeta. Kuşak ve kimlik değiştiren yeni toplumumuz, tamir etmek yerine yenisini almayı, bir alt modele sahip olmak yerine borca harca boğulup ya da arazisini, arsasını satıp yeni modeline sahip olmayı tercih etmektedir. Bu suni ihtiyaç artışının, açgözlü bir şekilde sahip olma arzusunun bilançosu ise gayet endişe verici: Kredi kartı sayısının 60 milyona ulaşması, hane halkının borç yükünün yıllar itibariyle yükselmesi, tarımsal arazilerin küçülmesi…

Dövüş Kulübü (Fight Club, 1999) filminde geçen derslerden birisi şudur: “Sevmediğimiz insanları etkilemek için, olmayan paramızla, ihtiyacımız olmayan şeyleri satın alırız.”

Herkese hayırlı kazançlar ve gerçek(!) ihtiyaca yönelik harcamalar dilerim.