Pek bir şey kalmadı, kısa süre içerisinde ikinci çeyrek büyüme verileri açıklanacak. Bu çeyrekte de ilk çeyrekte olduğu gibi yüksek bir büyüme rakamı gelebilir. Bu rakamlar açıklanmadan önce bir konuya dikkat çekelim: Büyüme ile kalkınma birbirinden farklıdır.

***

Büyüme dediğimizde, milli gelirdeki artış ya da kişi başı milli gelirimizde artış aklımıza gelir. Yani ekonomik anlamda büyüklük, son 12 ayda yapılan üretim ile bu üretim neticesinde kişi başına düşen ortalama gelir olarak ifade edilir. Son 15 yıla baktığımızda 2009 yılı hariç olmak üzere her yıl büyüyen bir ekonomimiz var. Peki bu denli büyüme performansı, kalkındığımız ya da geliştiğimiz anlamına da geliyor mu?

***

Kalkınma (basit anlatımı ile) ülkede üretim gücünün ve insanların yaşam kalitesinin yükseltilmesine yönelik olarak değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan alt ve üst yapıdaki iyileşmenin ölçüsüdür. Dolayısıyla milli gelir dediğimiz yaratılan katma değerin safi olarak tüketime değil aynı zamanda, yol, liman, köprü, enerji hatları gibi alt yapı yatırımlarına ya da hastane, okul, teknokent, ar-ge merkezleri, fuar merkezi, fabrika gibi üst yapı yatırımlarına kaynak oluşturması gerekir. Maalesef son büyüme rakamlarına baktığımız zaman, büyümenin tüketim odaklı olduğunu görüyoruz. Bireylere ve şirketlere sunulan cazip ekonomik ve finansal teşvikler maalesef şu sıralar ağırlıkla tüketim harcamalarında kullanılıyor. Eldeki kaynak mutlaka altyapı ve üstyapı yatırımları ile desteklenmelidir. Yani örneğin elde edilen para ile apartman dairesi almadan önce, bir ürün geliştirip bunun için patent başvurusunda bulunsak ve parayı bu uğurda harcasak kalkınma noktasında büyük bir adım atmış oluruz.

***

Büyüyen ve neticesinde kalkınan bir toplum gelişir. Gelişen toplumda ise vatandaşın refah seviyesi yükselir. “Dünyanın Yaşanabilir Kentleri” anketleri yapılırken baktıkları kriter bu refah seviyesi oluyor. Refah seviyesi yüksek olan bir toplum dediğimizde, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, gelir dağılımı, istihdam, can ve mal güvenliği, fikir ve vicdan hürriyeti, insan hakları, çevre, demokrasi, teknoloji, bilim, sanat, kültür, opera, tiyatro, konser gibi alanlarda imkanlar sunulmuş ve bu imkanlardan rahatlıkla yararlanabilen bir toplum aklımıza gelir.

Petrol ihraç eden ülkelerin birçoğunun kişi başına düşen milli geliri ABD’deki kadar olsa da dünyanın kültürüne, sanatına veya teknolojisine en ufak bir katkıları yok. Eğitimde oldukça geri seviyedeler. Tek dertleri büyümek. Büyüdükçe kalkınacaklarını düşünüyorlar ama bunu başaramıyorlar.

Her büyüme beraberinde kalkınma getirmez lakin her kalkınma mutlaka büyümeyi de beraberinde getirir. Sürekli yemek yiyen bir insan büyür, uzar, kilo alır vs. Bu durum kafasını da geliştirdiği anlamına gelmez. Gelişmiş, büyümüş ama içi kof bir haldedir. Öte yandan önceliğini zihin gelişimine, bilgiye, öğrenmeye, eğitime, üretime vermiş bir insan bu sahip olduklarıyla mutlaka kazanır ve büyür.

***

Milli gelir tartışılırken sadece büyüme rakamları üzerine odaklanıyoruz. Bu sefer ikinci çeyrek rakamları açıklandığında bir de bu gözlükten bakalım. Büyümek bizi ne kadar kalkındırıyor, ne kadar geliştiriyor, ne kadar refah seviyemizi yukarılara çıkartıyor, ne kadar dünyanın kültürüne, teknolojisine, sanatına katkıda bulunabiliyoruz?

Herkese hayırlı kazançlar dilerim.