Seçimler bitti, sıra geldi geçime. Seçim işlerinin aksine geçim işleri çok iyi gözükmüyor. Vatandaş seçimde garantici davrandı ama aynı garantiyi geçimde bulabilecek mi onu hep birlikte göreceğiz.

Seçim, geçim derken Türkiye’nin çözmesi gereken önemli sorunları var. Bu sorunların birçoğu zamanında ele alınıp bir sonuca bağlanamadığı için giderek kronikleşiyor. Toplum ise bu sorunların bir an önce çözülmesini istiyor. Sorunların kısa vadede üstelik vatandaşın beklentileri doğrultusunda çözülmesi zor gibi gözüküyor. Siyasi irade sorunları çözmek için kararlı adımlar atmak yerine, bütün sorunların kaynağının başka bir sorun olduğu söylemiyle ilgiyi başka bir noktaya çekmeye çalışıyor. Bu iyiniyetli bir yaklaşım olmayıp tamamen algı yönetimine yönelik kötü bir hamledir.

Önümüzdeki günlerde iki konuyu kamuoyu çok konuşacak. Yeni anayasa ve sistem tartışmaları. Türkiye mevcut hukuk düzeni içinde sorunları çözme iradesi göstermeden sistem (isim) ve metin değişikliğiyle bütün dertlere deva bulacağını sanıyorsa, bize göre fevkalade yanılıyordur. Başkanlık sistemi malum Sayın Cumhurbaşkanının talebi üzerine gündemimize girmiştir. Nasıl bir sistem olacağı, dünyadaki mevcut uygulamalardan hangisine benzeyeceği, kamuoyunda ne kadar tartışılacağı bilinmemektedir. Sadece bir aralar ‘Türkiye’ye özgü’ bir sistem olacak ya da olmalı ifadeleri duyulmuştu.

Sayın Cumhurbaşkanı bugün hangi yetkiden yoksun ki yarın Başkanlık sistemi geldiğinde o yetkiyi kullanacak? Bugün adalet, güvenlik, idare, ekonomi, çevre, kadın ve çocuk hakları konusunda mevcut parlamenter sistemde ihtiyaçtan daha fazla yetki ve imkân bulunmaktadır. Önemli olan bu imkân ve kabiliyetleri uygulama iradesidir. Mevcut yasal düzenlemelerin tam olarak çalıştırılması halinde bizce hiçbir sorun ortaya çıkmayacaktır.

İstediğimiz ‘kendimize göre’ bir sistemse ona diyecek bir sözümüz olamaz. Ancak Türkiye’nin; kişiye özel düzenlemelerden öte evrensel hukuk ilkelerini benimsemesi ve uygulaması gerekmektedir. Bugün Devletin tepesinde; Sayın Cumhurbaşkanı, iktidarda ise, kuvvetli bir sayısal çoğunlukla (içinden çıktığı) partisi bulunmaktadır. Yarın bu iktidar ve kişiler değiştiği takdirde Türkiye onlara göre de mi sistem değişikliği yapacak ve yapmak zorunda kalacaktır?

Parlamenter demokrasiden uzaklaşılması toplumdaki kutuplaşmayı daha da artıracaktır. Başkanlık sistemi genel itibariyle çok partili yapıdan ziyade iki partili yapıyı zorunlu kılmaktadır. Türkiye’deki uzlaşma kültürünün ve demokratik olgunluğun Batı düzeyinde olmadığı gerçeğini de göz önünde tuttuğumuzda Başkanlık Sisteminin bir tek adam rejimi olacağı kaygıları yersiz olmayacaktır. Demokrasi yok mu, Başkan, sandıkta-millet iradesiyle seçilmiyor mu sorularını duyar gibi oluyorum. Buna karşın demokrasinin sadece seçimden ibaret olmadığını seçimlerin dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde olduğunu da hatırlatmak isterim.

Yargı bağımsızlığı başta olmak üzere, basın özgürlüğü, bireysel hak ve hürriyetlerin kullanımı gibi kriterler o ülkenin demokrasisinin nasıl bir demokrasi olduğu konusunda bize fikir vermektedir. Bizim demokrasimiz Batı ile Doğu arasında orta bir yerde durmaktadır. Ne tam istediğimiz, ne de kötü örneklerle kıyasladığımız bir durumdadır. Ancak daha iyiye, daha güzele ulaştırmak da hepimizin görevidir.

İkinci mesele YENİ ANAYASA söylemidir. Bizce yeni anayasa söylemi daha çok başkanlık sistemine kılıf için ortaya atılmaktadır. Mevcut anayasa ile ilgili, bölücüler ve art niyetli birkaç grup dışında elle tutulur bir değişim talebi bulunmamaktadır. Bir şeyin şüyuu vukuundan beter sözünden hareketle yeni bir anayasa metni oluşturmak için çalışmalar yapılsa da bu işin bir oldu bittiye getirilmemesi gerekmektedir. Ben anayasamı yazarım, onu da halkoyuna sunarım, demokrasilerde çoğunluğun dediği olur, azınlık başının çaresine baksın yaklaşımı ahlaki ve demokratik bir yaklaşım değildir.

Anayasa devletin organizasyonunu ve fonksiyonunu belirten vesika veya vesikalar manasını ifade eder. ANAYASALAR temel ve zor değişen aynı zamanda devamlılık arz eden metinlerdir. Kurallar manzumesinden daha çok devletin felsefesini yansıtırlar. Anayasanın diğer alt hukuk normları gibi sık değişmesi demokratik ülkelerde karşılaşılan bir durum değildir. Hatta meşhur örnek İngiltere’de Anayasasının başlangıcı olarak gösterebileceği bir tarih mevcut bulunmamakla birlikte ortada ‘işte Anayasa’ diyebileceğimiz bir vesika da asla mevcut olmamıştır.

Sorunlarımızı çözmek isterken Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Mevcut Anayasa’nın bir darbe ürünü olduğu fikri doğrudur ancak önemli olan darbe ürünü dediğimiz anayasaya karşı bizim sivil anayasamızın neyi ve hangi hususları ihtiva ettiği/edeceği gerçeğidir. İsimlerin ve sembollerin arkasından ateş ederek kendimize paye çıkarma kurnazlığından vazgeçmeliyiz.

İlla ki bir anayasa yapılacaksa, bu geniş kamuoyu kesimlerince tartışılmalıdır. Mümkün olduğunca evrensel değerlerle uyuşan ve bizim özümüzü de ihmal etmeyen ortak bir metin milletimize sunulmalıdır. Anayasa değişikliği işinin sistem tartışmalarına kurban edilerek bir oldu bittiye getirilmesi fevkalade sakıncalı olacaktır. Bunun küçük bir örneğini 2010 Anayasa referandumunda yaşadık. Aceleyle ve büyük bir gürültüyle getirilen değişikliklerden ilk önce siyasi iktidar şikâyet edip kısa sürede bir kısım alt hukuk normlarını yeniden düzenlemek zorunda kalmıştır.

Türkiye büyük bir devlettir. Zor bir coğrafyada bulunmasına ve çok büyük sorunlarına rağmen yine de büyük devlettir. Büyük devlet olmamızın en önemli unsurlarından birisi de MİLLİ BİRLİĞİMİZ ve BÜTÜNLÜĞÜMÜZ, birlikte yaşama irademizdir. Bir kısım zevatın günü birlik ve kısa vadeli şahsi ikballeri uğruna bu iradeyi sarsacak adımlardan uzak durulmasını salık veririz. Bu konuda özellikle Balkanlarda yaşadığımız acı tecrübeleri hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Son söz: Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayalım.