Vicdanlı bir çocuk, vicdanlı bir aile, vicdanlı bir nesil nasıl yetişir diye sorsam ne cevap verirsiniz? Kendi adıma ilk okuyuşta basit gibi görünen bu sorunun cevabını vermekte zorlanıyorum. Gün geçtikçe zorlaşıyor ve daha da zorlaşacak bu soru...
Modern olma yönünde kat ettiğimiz her adım, bizi insani değerlerimizden de uzaklaştırıyor. Her geçen gün vicdanımızın sesi biraz daha kısılıyor. Günümüzde artık insanlar vakitlerinin büyük kısmını televizyon-internet-akıllı telefonla geçiriyor, kapı komşusunun halini, hatırını soracak zamanları kalmıyor. Akraba ziyaretlerinin yerini çoktan AVM gezmeleri almış. İlişkilerde fedakârlık neredeyse enayilikle eş değer hale gelmiş. İnsanlara güvenimiz git gide azalıyor. Zor durumda olan, acı çeken, üzülen, ağlayan birçok insanı görüyor, duyuyor, izliyoruz. Ama bunları artık o kadar normalleştirmişiz ki bizim için var ama yok gibiler. Bunlar karşısında üç maymunu oynuyoruz. Tanık olduğumuz bu durumlar tam dokunmuyor yüreğimize, vicdanımızı harekete geçirmiyor/ geçiremiyor. Gördüklerimiz gerçekle yok arasında kalıyor. Vicdanımız bize içten içe seslenip bir şeylerin ters gittiğini fısıldayacak olsa hemen onu susturacak yollar buluyoruz. Kendimizi yoğun bir çalışma temposuna kaptırıp, yorgunluğumuzun iniltileriyle vicdanımızı susturabileceğimizi zannediyoruz. Kendi ihtiyaçlarımızdan ördüğümüz duvarları aşıp da başkalarının maddi-manevi ihtiyaçlarına göz ucuyla bile bakmıyoruz. Dolayısıyla her geçen gün biraz daha fazla insan, vicdanının sesini duyamıyor. Biz yetişkinlikler bunlarla boğuşurken çocuklar da merhamet, karşılıksız verme, karşılıksız sevebilme, şefkat, vicdan kavramlarından yoksun yetişiyor.
Aslında vicdan ruhsal bir potansiyel olarak her insanda bulunur. Vicdan insanı insan yapan birçok mekanizmanın da kalbi hükmündedir. Ama zaman içinde ya geliştiriliyor ya da söndürülüyor. Vicdan mekanizmasının temelleri doğumdan hemen sonra anneyle bebeğin bütünleşmesiyle atılıyor. Çocuk annesine ne kadar güvenirse; sevme, sevilme, merhamet, merak, korku gibi duygularla birlikte vicdanı da gelişiyor. Çocuklar iki yaşın sonunda bazı eylemlerinin anne-babasının hoşuna gitmeyeceğini öğreniyor. Böylece iyi ve kötü arasında seçim yapabilecek bilişsel seviyeye de ulaşıyor. Ve burada çocuğun vicdanı da gelişmeye başlıyor. Hayatımızın ilk yıllarında vicdanımızdan gelen ses kendimize örnek aldığımız kişininkidir. Ergenlik döneminden sonra içimizdeki ses kendimizinkine dönmeye başlar. Kendi değer yargılarımıza göre vicdanımız şekillenir. Vicdanlı nesiller yetiştirebilmek için ebeveynlerin bebek doğduğu andan itibaren onu karşılıksız olarak sevebilmesi gerekiyor. Çünkü küçük insanlar sevdikleri, benimsedikleri insanlarla özdeşim kurmakta hiç zorlanmıyor. Bu aşamada önce anne sonra da baba ya da çocuğun bakımıyla yakından ilgilenen kişiye büyük görev düşüyor. Koşulsuz sevmek bugün birçok ebeveyne zor gelse de bahsi geçen hususta kilit noktayı oluşturuyor.
 
Görüşme yaptığım bir öğrenci velisi bana; “Çocuğumuza sevgimizi çok gösterirsek problem olur mu?” diye sormuştu. İlk defa böyle bir soru duymuştum. Sevmekten, sevgiyi ifade etmekten hiç sorun çıkar mıydı? Sevgimizi göstermekten ne zaman korkar olmuştuk? Cevabım şu oldu: “ Sevgiyi göstermekten dolayı problem olmaz. Asıl sevgisizlik problem oluşturur. Sevin, çocuklarınızı çok sevin ve bunu onlara hissettirin. Çünkü sevgi iyileştirir, sevgi en iyi ilaçtır. Dünyanın duyan, hisseden, farkına varan, vicdanlı insanlara ihtiyacı var. Ve bu insanları bizler yetiştiriyoruz…”