Hayat, ah be hayat!
Sen hep yaşatan, ben se kaderine razı gelip yaşayan mı olacağım şu ikiyüzlü dünyada!
Karşıma dikilip görünmekten korktuğun için midir?
Yaşattıklarınla varlığını hissettirmen…
Bir gün gelsen de ellerimle yaptığım kahveyi ikram etsem sana
Aynı masada oturup bol köpüklü bir kahve yudumlasak seninle,
Merak etme en başköşede yerin hazır tüm yaşattıklarına rağmen
Hem, bir kahve içmenin hatırı olur belki aramızda,
Denilenler gibi 40 yıl kadar uzun olmasa da…
Kim bilir? Belki yaptıklarınla yetinip yapmak istediklerinden utanırsın!
Ah bir bilsen neler alıp götürdüğünü benden…
Öyle oturup uzun uzun anlatmayacağım şimdi sana
Senin, sindire sindire yaşattıklarını anlatıp kanatmayacağım kabuk tutan yaralarımı.
Ama yine de bil istedim “ Ben! her seferinde yeniden kalktım ayağa ”
Küllerimden yeniden doğmayı başardım, beni sevenler sayesinde…
Biliyor musun? Geceleri çok ağladım gün ağarana dek..!
Düştüğümde üzerime bulaşan tozlar, dizlerim ve ellerimdeki yaralar için…
Ama bu yaralar, bu acılar beni daha da dikkatli yürümeye yöneltti hayat çizgisinde.
Zamanla senin sadece benimle değil!
Herkesle kırgınlığın olduğunu da öğrendim.
Ama ben diğerlerine göre daha şanslıydım,
Çünkü yaşattığın her olumsuzlukla kendimi mutlu edecek küçük şeyler buldum.
Sana bir sır vereyim mi?
İtiraf ediyorum aslında!
Bende seninle oynadım…
Bak! Yenilmedim.
Seni, ben yendim…
Şimdi; bulunduğum bahçeden, ilk düştüğüm yere bakıyorum.
İlk günkü kadar acımıyor artık canım, gülüp geçiyorum gördüğüm kötü bir rüya misali…
Sen ki..!
Yaşattıklarınla uğraşırken telaştan bana kaybettirdiğin arkadaşlarımı
Öyle bir an geldi ki şimdi sıra ile “Sen” bana sunuyorsun.
Ve ben şimdi bahçemde onlarla oturup kahve içiyorum ve geçmişi gülerek yâd ediyorum…
Şimdi sen söyle bana “Hayat”
Kazanan sen mi yoksa ben mi?