Bir ekonomide yüksek enflasyon, cari açık, işsizlik ve daha sayabileceğimiz tüm olumsuz sonuçlar o ülkenin dinamiklerine göre sonuç yaratırlar. Belirli makro dengeler zayıf ise sonuçlar daha derin ve kalıcı olabilir. Nedenlerini ve yapısal faktörleri açıklayarak sunmaya başlayalım.

Dışa borçlanma yaklaşımı ile başlayalım… Bir ülkede birikimler tüketim, yatırım ve hükümet harcamalarına karşılık veremiyorsa o ülkenin başkasının tasarruflarını kiralaması gerekir. Dış borç olarak ta adlandırılan bu yapısal durum kendi birikimlerinizin davranışından farklı sonuçlar ortaya çıkarır. Şöyle ki; “başkasının parası-dış borç” için ödediğiniz faiz, komisyon ve risk payları ile yapacağınız yatırımın getirisi iç içe geçer. Buna ek olarak, devamlı bir şekilde yüksek kar beklentisi ile dış borç miktarı daha da artma eğilimi gösterir ve bu sarmal belirli bir noktadan sonra alışkanlık haline dönüşür.

Neden sürekli borçlanırız

Borçlanmanın temel nedeni birikim (tasarruf) eksikliğidir. Cari açığında nedeni sayılan bu durum süreklilik arz ederse yükselen ekonomilerde kırılganlık kaçınılmaz olur. Peki, bu sürekli borçlanmanın sebebi nedir ve bundan kaçınmanın maliyeti olur mu?

Ekonomik büyümenin temelinde yatırımlar, onun özünde de tasarruflar vardır. Planlama kapsamında ekonomik büyüme için öngörülen yatırımlar iç kaynak yeterli değil ise dış borç kanalıyla sağlanır. Özellikle dış ticaret açığı ve cari açıkla boğuşan bizim gibi ülkelerde bu borçlanma yapısı kaçınılmaz gözüküyor. Öte yandan, belirli bir getiriyi elde edip borcu “ödeme yeteneğine” sahipseniz durum pek de olumsuz gözükmez. Ama detayı var…

Kalıcı borçlanma

Üzerinde durulması gereken konu yukarıda bahsedilen “ödeme yeteneği” kapsamında elde ettiğimiz mutluluk. Ben kazanıyorum, borcumu ödeyebiliyorum ve tekrar borçlanabiliyorum yaklaşımı kısa ve kırılmaların yaşanmadığı dönemlerde normal gözükebilir. Ama uzun süreli bir borçlanma ve üst sınırları yaşanan cari açık ve azalan verim ile bunun bir yük olması kaçınılmazdır. Kaldırılamaz yükün ana nedenleri içsel olmayabilir ama bu sonucu değiştirmez zira ani bir fon dönüşü sonucu yaşanacak ekonomik kriz ya da yavaşlamadan en çok etkilenen ülkeler durumuna düşme olasılığı oldukça yüksektir.

Meksika (1995), Tayland(2007) ile başlayan ve Güney Kore’nin iflası ile sonuçlanan cari açık ve dış borç sarmallı krizler, özel finans kurumlarının “getiri” memnuniyetsizliği kaynaklı yaşandı.

Özel sektör borcu ne kadar riskli

Ekonomide özel ve kamu borçlanmasının değişik sonuçları olabilir. Kamu dış borcu genel anlamıyla hükümet harcama ve yatırımlarına gider. Özel sektör ise kar güdüsü ile sağladığı dış borçları verimli yatırımlara kanalize etmelerine rağmen, dışsal gelişen olumsuzluklardan en çok etkilenen de ise özel sektör olur. Kamunun üretim kapasitesinin olmadığı ekonomilerde ise, yaşanan en küçük olumsuzluklar tüm ekonomiye daha çok etki eder. Orta gelir tuzağını aşarak gelişmiş ülkeler sınıfına giren G. Kore’de yaşanan (2007) ve ülkenin iflası ile sonuçlanan süreçte en etkili faktör tam da özel sektör borç oranının yüksekliği olarak karşımız çıkıyor.

Ne yapmalı?

Yaşanan ve yaşanacak tüm özel sektör iflasları topluma doğrudan ve dolaylı yüktür. Sonucu işsizlik, daha yavaş büyüme ve dış borcunun devlet tarafından üstlenilmesidir, kısacası ek vergidir, az gelirdir. Bir daha IMF ve benzeri kurumların dikte edici, sözde yapısal reformları (kamu harcamalarının kısılması, ücretlerin düşürülmesi, yatırımlarda belirli sektörlere ağırlık verilmesi..) hayata geçirmeden, kendi önlemlerimiz almamız gerekir. Reform niteliğindeki kurumsal yapıyı olgunlaştırmak (Acemoğlu yaklaşımı), tasarrufları zaman geçirmeden “bebek endüstrilere” (infant industry) yönlendirmek ve getiriyi zamana yaymak, aşırı kar hırsını törpülemek, devlet yatırımlarını üretime yönlendirmek, tasarrufu artırıcı tedbirleri (aşırı tüketimi, lüks tüketimi vb törpülemek) uygulamaya koymak… Kırsal kalkınma ve tarımı da unutmayalım..

Bizim için en önemlisi ise boyumuzu aşan verimsiz yatırımı törpülemek….


 

Verimli bir hafta dileğiyle,

Prof. Dr. Veysel Ulusoy