Toprağa atılan bir tohumun nasıl ki suya ve güneşe ihtiyacı varsa; insanlarında kendilerini canlı tutabilmeleri için, aynı ölçüde hayal kurmaya da ihtiyaçları vardır.

Hayaller tıpkı yuvarlanan bir kartopu gibidir ve kişilerin yaşıyla doğru orantılı olarak büyürler.

Bu hayalleri gerçekleştirebilmek insanlar için büyük bir hazdır.

Lakin her zaman işler yolunda gidecek diye bir kaide yok, tıpkı düz yolda giderken önümüze çıkabilecek olan küçücük bir taşın bize yaşatabileceği olumsuzluklar gibi…

Hayatta bazı mecburiyetler vardır. Bu mecburiyetler insanoğlunun kulağına sahip olduğu sınırı hep fısıldar ve bazen parasızlık, bazen mutsuzluk, bazen de çaresizlik olarak kendini baş gösterir.

Nazım Hikmet çaresizliği şöyle anlatır…

Ne kötüdür insanın aklıyla, yüreği arasında çaresiz kalması…

Ne kötüdür an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması…

Ve bilir misin; ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması…

“ ben ” deyip susması, “ sen ” deyip ağlamaklı kalması…”

Peki, bu durumda ne yapmalı insan?

Bir yanda yıllardır kartopu gibi büyüttüğü hayalleri, diğer bir yanda ise o hayallerin gerçekleşmesini engellemek için var gücüyle kendini hissettiren mecburiyetler…

İnsanlar her türlü olumsuzluklara doğabilecek risklere karşı hayallerinin peşinden mi koşmalı? Yoksa kendini riske atmadan bu mecburiyetlerine boyun mu eğmeli?

Öyle zannediyorum ki en güzel anahtar Jancari Campi şu sözlerinde gizli…

Umudum var,

Göreceksiniz…

Bir gün yaptıklarınız gerçekten işe yaramış,

Dilediğiniz her şey gerçekleşmiş.

Dönüp bakacaksınız geriye ve güleceksiniz başınızdan geçenlere ve kendinize

“Bunların hepsini nasıl atlattım? ” diye soracaksınız.

Sadece, umudunuzu kaybetmeyin!

Sadece, hayal kurmaktan vazgeçmeyin! ve asla eksik etmeyin yaşamınızdan sevgiyi!...”

Burcu RAMAZANOĞLU