Taberi'nin bildirdiğine göre Hz.İsmail'den sonra Kabe'yi Hz.İsmail'in oğlu Nabıt idare etti. Nabıt'ın annesi Cürhümilerdendi. Nabıt ölünce idare Cürhümilere geçti. Cürhümiler bir müddet sonra azdılar, Hz.İsmail'in yolunu terk ettiler, taşkınlığa başladılar. Kâbe’nin şerefini gözetmediler. Kabe'ye getirilen hediyeleri gasp ettiler. Kabe'yi ziyarete gelenlere zulüm ve haksızlık ettiler. Kabe'nin içinde zina edecek kadar azdılar. Allah onlara burun kanaması hastalığını verdi ve karıncaları musallat etti. Karıncalar cürhümileri yedi bitirdi. Sonra Huzailer onlarla çarpıştılar. Cürhümilerin reisi Amir bin Haris yaptıklarından dolayı helak olmaktan korktu, dua etti. Duasının kabul olmadığını görünce Kabe'ye ait ne varsa suyu çekilen zemzem kuyusuna doldurdu ve Mekke'den ayrıldı. Cuheyne kabilesine ait bir yurda sığındı ama orada da dehşetli bir sel onları helak etti.

Cürhümilerin bu denli taşkınlıkları ve helak oluşlarına birçok sebep vardı ama ikisini zikredelim biz. O devirlerde her şey güçle mukayese edilirdi. Pazara pekmez satmak için gelen bir kadının pekmez tulumlarının ağızları açtırılır. Kadıncağız tulumlardaki pekmez dökülmesin diye iki eliyle tulumlarını tutarken ırzına tecavüz edilir. Pazarın ortasındaki bu vahşeti insanlar alkışlar, yapanı tebrik eder ve "iyi becerdin" derlerdi.

Cahiliye devri gücün ve paranın hükümran olduğu bir devir olduğu için Abdulmuttalip zemzem kuyusunu yeniden kazmak istediğinde kureyş kabilesi ona müsaade etmemişti. Çünkü onun o zaman yalnız bir çocuğu vardı ve Mekke'de çok az insan meşru evliliklerle yaşardı. Yaygın evliliklerden bazısı koca olacak erkeğin karısını dölünden istifade etmek için bir başkasıyla yatmaya zorlaması idi. Bir başka evlilik şekli de bir kadının onlarca adamla birlikteliğinden sonra doğan çocuğunu birlikte olduğu bir adama nispet eder, bu çocuk senden der. Adam da mecbur beraberliği kabul etmek zorunda kalırdı.

En yaygın usul ise bir kadın sayısız adamla birlikte olur. Bir çocuk doğduğunda da nesepten anlayan biri çağrılır. Çocuk kime benziyorsa o adama mal edilir, babası o olurdu. 

Yeniden paranın ve gücün milletler nezdinde tek hakimiyet unsuru olarak görülmeye başlandığı ve bunun da giderek rağbet gördüğü günümüzde gidişatımız cahiliye Araplarına ne kadar da benziyor görüyor musunuz? Şimdi Allah'ın bir nimet olarak önümüze koyduğu yer altı ve yerüstü nimetleri İslam'ın evrensel değerleri ve ilayı kelimetullah için kullanamayan Müslümanlar haçlılara karşı sağlayamadıkları birliktelikleri Müslüman kardeşlerine, onların hak ve hürriyetlerinin gasbına kullanıyorlar. Bazı arap ülkelerinin, haçlıların hatırına diğer bazı Arap ülkelerini yemeye hazırlandıkları, halkı Müslüman ülkelerin bir bir işgali, parçalanması, yeni yeni devletçiklerin oluşturulmaya çalışılması ve batının tefessüh etmiş gayrimeşru hayatının bir yaşam tarzı olarak Müslümanlarca benimsenmesi size neyi anlatıyor.

Ya da cahiliye Araplarının evlilik anlayışı ve kadına bakış tarzları ile günümüz Müslüman topluluklarının kadına bakış tarzları arasında bir fark kaldı mı, söyler misiniz.

Şimdi her flörtünden sonra elektrik alamadım diye eş değiştiren, bu sebeple de çocuğunun kimden olduğunu bilmeyen kadınların el üstünde tutulduğu Müslüman toplumlar bu müptezelliği artık vak'a-i adiden saymaya başlamışlarsa, siz neyin kavgasındasınız. Suriyeli bir masumun çocuklarıyla birlikte öldürülmesi bir sonuç ve bu sonuca bizi götüren bir sürü sebep var ve biz o sebeplerin içinde boğulmuşuz, haberimiz yok.

Bu Suriyeliler diye söze başlayıp atıp tutan birçok Müslümanın, bu Suriyelileri sömürmekten, semirdiğine şahit olmaktayız. Hiçbir vicdani sorumluluk taşımadan mültecileri alabildiğine istismar eden Müslümanlar, ayıp olmasın diye arada bir de onların başına gelenlere ağlıyorlar, yazıklar olsun.

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinden aldığı güç ve ilhamla adeta tüm İslam aleminin hamiliğine soyunmuş, yedi düvelle çarpışıyor. Ülkemizin büyük bir badireden geçtiği 15 Temmuz'un seneyi devriyesi yaklaşıyor. 15 Temmuz günü büyük bir civanmertlikle vatanına, milletine, dinine sahip çıkanların aradan bir sene dahi geçmeden yeniden savrulma yaşamalarından korkuyorum. Haçlıların ve içimizdeki uzantılarının milletin vahdetinden ve yek vücut olmasından duydukları rahatsızlıklar belli. Herkes kanının gereğini ortaya koyuyor. Bu ülkenin hakim güçler önünde diz çökmesi için her gün yeni dolapların döndürüldüğüne şahit oluyoruz. Maalesef Müslüman milletimiz de bu tertiplerden etkileniyor.

Dağılan millet iradesinin yeniden toparlanması için ne yapılabilir diye düşündüğüm bir ortamda bir dostum aradı. Bana gördüğü bir rüyasını anlattı: Büyük bir ovanın baş tarafında bir yer minderinin üzerinde sayın Cumhurbaşkanımız ve yanında Abdullah GÜL Beyefendi oturuyorlarmış. Önlerinde uzun kuyruklar halinde bütün bir millet tıpkı elçilerin güven mektupları gibi, bağlılık mektuplarını sunduklarını lakin mektupları yalnızca Cumhurbaşkanımızın alıp yanına koyduğunu, Abdullah GÜL Bey'in sessizce olup bitenleri seyrettiğini görmüş. Dedim ki ona, halkın tavrı nasıldı, bir telaş bir kargaşa var mıydı? Dedi ki: "Hayır, halk büyük bir teslimiyet ve tevekkül içindeydi. Her gelen selam veriyor  ve mektubunu uzatıyor. Cumhurbaşkanımız da selamla birlikte mektupları alıyordu." 

Ben kendim için bu rüyadan devletin bekası hatırına, amasız, fakatsız, topyekün bir teslimiyet ve tevekküle ihtiyacımız olduğunu çıkardım. 

Tabi ki çektiğimiz sıkıntıların sapkınlığımız sebebi ile olduğuna da yürekten inanıyorum. Allah bu millete hidayet etsin. Bizi düşmanlarımızın insafına bırakmasın.