Son yüzyılda Dünya her zamankinden daha hızlı değiştiği için kuşaklar arasındaki farklılık da bu paralelde hızlandı. Adeta şahsına münhasır ışık hızıyla geldi yeni kuşak. Kısaca Z kuşağı nasıl oluştu bakarsak; 2000 yılından sonra doğan kişiler, 21. YY ın ilk nesli teknolojinin içine doğdu. Bundan önceki kuşak gelişen teknolojiyi anlamaya çalışırken, onlar bu teknoloji ile birlikte büyüdü. Aslında ben onların ne kadar şanssız olduğunu düşünürüm hep. Bizim gibi bahçelerde, bağlarda, sokaklarda hayatın sesini dinleyip, evrenin sonsuz ruhunu özümseyemediler. Onlar makineye bağlı canlılar gibi sanal bir dünyanın içinde büyüdüler ve hayatın sadece bundan ibaret olduğunu sandılar. Cam duvarın ardından gördüler muazzam evreni, ormanı, dağı, taşı… O muazzam döngüdeki rüzgârın önüne kattığı bir yaprağın hışırtısını duyamadı, çiçeğin, börtü böceğin doğa ile ilişkisini seyredemedi, yağmura çamura karışıp, varoluş sebebini keşif yolculuğu yapamadılar. Esen rüzgârın saçlarını okşarken burnunu çam, reçine kokuları yakmadı. Yanan ateşin çıtırtısı ile alevin dansını izleyemediler. Dünyayı anlama yolculuğunda bir çocuğun hayal dünyası ile çamurdan evler inşa edemedi, yani bir hayali dünyaya neler katılabileceğini, keloğlan masalları dinlerken bir ninenin onu nerelere götürebileceğini tecrübe edemediler. Çocukların bu yaşlarda hayal dünyaları ne kadar gelişirse gerçek hayatta o kadar fikir üretebilir, sosyalleşebilirler. Sonuç da gerçek dünyada da her başarı bir hayalle başlamaz mı?

Peki ne oldu, nasıl büyütüldü Z kuşağı? Doğar doğmaz bir hipodromdaki at gibi hayat yarışına hazırlandı. Bir yarıştı hayat ve o yarışta akranlarını geçmek zorundaydı. Hayatta kalmak için başka şansı yoktu , bilinç altına bu işlendi. Ebeveynleri öyle diyordu. Masa başında test çözüp, derece yaptığında önemliydi. Okul ve ev onun yegâne uğrak yeriydi, başka bir hayat olamazdı. Bu kuşağın duyarsız, rekabetçi, bencil ve duygusuz olmasında kim suçlu? Asi, anlaşılmaz diye bu kadar ayyuka çıkarttığımız Z kuşağı mı suçlu, ona bu hayatı sunan biz büyükler mi. Elbette insan ruhuna aykırı bu hayat tarzına isyan edeceklerdi. Ettiler, çarşı her şeye karşı bir pozisyon aldılar.  Aslında onlar hızla gelişen dünyayı yorumlamaya ve anlamaya çalışırken, kendi çaplarında hayat felsefelerini oluşturdular. Öyle siyasete ilgileri yoktu belki ama yanlış algıladıkları durumlara isyan etmeyi kendilerine görev bildiler. Haklı ya da haksız görüldüler. Aslında onların tek istediği anlaşılmaktı. Anlaşılıp, döngünün içinde gale alınmaktı. En önemli isyanları gelecek için, çünkü geleceklerinden emin değiller. Dünyada meydana gelen gerginlikleri, savaşları, kargaşaları, ekonomik krizleri, entrikaları anında sosyal medyadan, internetten öğrendiler. Bu da onlarda endişe yarattı. Bizim zamanımızda bu mümkün değildi, dünyada olup bitenler bu kadar ortada olmadığı için biz çocuklar birçok şeyden habersizdik. Kendi dünyamızda çocukça yaşadık. Bugün bakıyorum beş altı yaşındaki çocuk annesine dolar, altın kaç lira oldu diye soruyor. TV den, anne babasından, okulda öğretmeninden bunu duyuyor, onlar fark etmese de dinliyor ve kendi dünyasında yorum yapıp değerlendiriyor. Korku ve endişe geliştiriyor. Bahçedeki salıncağın ipinin kopması bizi endişelendirirdi, geçim sıkıntısı değil. İyi ki de öyle oldu, ruhumuz insanın biyolojik sürecini takip ederek gelişti. Olması gerektiği gibi.

Çeyrek asrı geçkin öğretmenlik mesleğimin verdiği tecrübe ile her zaman anne babalara şunu söylüyorum´; Çocuklarınızla konuşun, konuşurken onları anlamaya gayret edin. Sizinle aynı fikirde olmayabilirler bu doğal, bu yüzden onları dışlamayın, aranıza dağlar örmeyin. Aksi takdirde sizden uzaklaşır, hayatı dışarıda başka insanlarla yaşar. Bu da onu kaybetmenize sebep olur. Çocuklarınız elinizin altından sabun gibi kayar, siz musluğa bakar kalırsınız. Kurucu başkanı olduğum eğitim ve kültür odaklı dernekte yıllarca üniversite gençliği ile yüzlerce faaliyet ve projeler yaptım. Onları dinlemek en önemsediğim eylemdi. Bana anlaşılmadıklarından, büyüklerinin onlara saygı duymadığından dert yanarlardı. Bunun onları aileden kopardığını gördüm. Bazıları okulu bitmesine rağmen memleketlerine dönmek istemediler. Z kuşağının da tek istediği dinlenilmek ve anlaşılmak. Kısaca değer görmek istiyor, ötelenmek istemiyorlar. Biz ise habire eleştirerek onları ötekileştiriyoruz. Oysa kazanmak kaybetmekten daha kolay ve risksizdir. Bırakın fikirlerini özgürce söylesinler, eleştirmektense onlarla karşılıklı fikir yürütün. Belki yanlış bildiklerini sizin doğrularınızla değiştirecekler ama önce onlarla beyin fırtınası yapın. Kitap okumuyorlar diye dert yanmaktansa ben ne kadar okuyor ve örnek oluyorum diye bakın. Okuduğunuz kitabı paylaşın, anlatın, ilgilerini çekin. O zaman okumak için motive olacaklardır. Okuduğu kitapları eleştirmektense siz ilgilerini çekecek kitaplar önerin. Okuduğunuz kitapların ilgilerini çekmeleri için heveslendirin. Keza eleştiri karşı bir duruş oluşturur, anlaşılmak yandaş. Anne baba olarak onlara değerlerimizden, kültürümüzden ve inançlarımızdan oluşan bir eğitim verirsek hangi yola saparsa sapsınlar dönüp gelecekleri doğru yoldur. Bir çocuğun kişiliğinin ana iskeleti sıfır altı yaşında oluşur bu yaşlarda onlarla çokça vakit geçirin. Telefonu çocuğun eline verip ne halin varsa gör dercesine oradaki tehlikeli dünyaya teslim etmeyin. Bu eser sizin eseriniz olacak. Dert yanarken kendinizden dert yanmış olacağınızı unutmayın. Onlar değerli, bu ülke onlara teslim edilecek ve başka ülkemiz yok, olmayacak. Kıymet verdiğiniz şeye olağanüstü dikkat etmemiz lazım.