Efelenmek, horozlanmak, posta koymak kanımızda, ruhumuzda var. Hele bir de kalabalıksa ortam, hele sevmediğimiz, dibine kadar nefret ettiğimiz rakibimiz de orada ise, o kadar millet içinde onu randevuya davet eder, kavganın içine çeker, ‘yüreğin yetiyorsa çık karşıma!’ hodri meydan çekeriz.

Bu bize güç verir, cesaret kazandırır, delikanlılığa gölge düşürmeden, yiğitliği yere yatırmadan karşımızdakine çekeceğimiz posta, verdiğimiz ayar, bizi daha hatırı sayılır, daha korkulur, daha mert kıvamına sokar!

Öyle düşünürüz en azından!

*

Mesele şu…

Bu aralar siyasetçiler birbirine hep böyle hitap ediyor, yüksek perdeden sesleniyor. ‘Yüreğin yetiyorsa…’

Nasıl bir yürekse! Adamda yürek yoksa, yüreksizin önde gideni ise düelloya davet etmek, kavganın içine çekmek ne işe yarar, işte ona aklım yetmez!

O, ona verip veriştiriyor, beriki ötekine sayıştırıyor. Demediğini bırakmıyor, sonra da kavgaya davet eder gibi, mahkemede bile söylenmeyecek laflar ortalıkta cirit atarken, dikkat edin ben bu yazıda A, B, C, veya X partisini kast etmiyorum.

Yazı genel. Üzerine alınan varsa, çok da umurumda değil. Herkes payına düşeni alırsa, sorumlusu olamam.

*

Görünürde hepsi bir çeşit meydan okuma. Ancak hepsi aslında mahalle kavgalarında ‘tutmayın beni!’ diye bağıran, ama bırakıldığında geri çekilen insanlarınki gibi, hepsi numara, hepsi blöf, hepsi hamaset!

Zaten korkağın, pısırığın, ödleğin önde gideni… Kalıbının adamı bile değil…

Allah aşkına siyasetçilerin bu blöflerinin kime ne faydası var, biliyorsam Arap olayım!

*

Geldik fasulyenin nimetine…

Yazmaktan, dillendirmekten, konuşmaktan bıktım usandım, siz de okumaktan yoruldunuz. Madem öyle, işte böyle, şimdi burada bu kadim şehrin akil insanlarına, bu şehirden sorumlu olduğunu söyleyen, düşünen bürokratlarına, siyasilerine, sivil toplum kuruluşlarına, duyarlı vatandaşlarına ve iş dünyası yanında basın mensuplarına sesleniyorum.

Gelin bağırıp çağırmadan, yüksek sesle konuşmadan, büyük harflerle yazmadan bu kadim şehrin sorunlarını el birliği ile çözelim. Herkes elini taşın altına koysun, yüreğini ortaya koysun, kronik hale gelen, kangrene dönüşen meselelerini birlikte çözelim.

*

Bir kere, şu başarısız koltukları lüzumsuz yere işgal eden, şehre dair hikâyeleri ve projeleri bulunmayan, şehrin gelişmesine, tanınmasına hiçbir katkısı olmayan, kurum içinde bile iç ve çalışma barışını sağlamaktan uzak, kurumu tamamen siyasallaştıran başta şehircilik ve çevre, kültür ve turizm müdürlerinden yakamızı kurtarmamız gerekiyor.

Devletin makam araçlarını hoyratça ve üstelik de inanç üzerinden yürüttükleri yaşamlarına ters düşeceğine bile bile kul hakkını yerle yeksan ederek, dibine  kadar israf sınırlarını zorlayan bürokrat kesimi ile vedalaşma vakti çoktan geldi de geçiyor bile.

Niye tutarlar, anlamış değilim!

*

Biliyorum, yazsam, ‘Yahu yeter, gına geldi’ diyeceksiniz de, yazmasam iman hala koymuyor işte, havaalanı yine rezalet, yine ölü bir yatırım. Uçaklar ne inebiliyor, ne kalkabiliyor. Günleri, saatleri bile rezaletin danıskası. Hani o çok konuşulan, o çok tartışılan ILS cihazını takıyordunuz. Yazınca ‘taktın amma!…’ demeyin, siz kaşındınız, siz istediniz bunu.

Akaryakıt istasyonu mani oluyor dediniz yıktık. Pist kısa geliyor, sıkıntı yaratıyor dediniz, uzattık. Fiziki olarak binalara yetersiz dediniz, alasını yaptık. ILS cihazı aha bugün, aha yarın takılıyor dediniz, hatta bazılarınız ‘takılsa bile sağlıklı çalışmayacak, verim alınamayacak!’ dediniz yine de sınıfta kaldınız.

*

Sayın Cumhurbaşkanı da söylemişti Müftülük Meydanında. Seneler önce. Aksu Çayı için… Çevresinden haberi olmayan çevre müdürü ancak cezalarla yetinebildi. Günü kurtardı ancak. Yaptırım gücü yok! Rapor da verdiler utanmadan, ‘içilecek kadar temiz, berrak’ dediler. Şehrin sorunlarına vakıf, yerel ve ulusal siyasetin hafızası sayın Ali Öztunç’u kim tutacak, haklı olarak; ‘madem temiz ise gelin beraber çimelim!’ davetinde bulundu. Yüzme  bilmeyenler ahkam kestiler. Sonra bir aklı evvel çıktı, suyun renginin ağaçlardan düşen polenlerden, tozlardan olduğunu söyledi.

Aksu Çayı’nın temiz olduğunu söyleyenlere bir rapor da Bakırköy’den verilmesini tavsiye ediyorum!

Ilıca yolu. Artık Ilıca’lılar bile yoruldu konuşmaktan. Usandılar, bitap düştüler gariplerim. Artık onlar bile bu yol meselesinin gündeme gelmesini istemiyorlar. “Gölge etmesinler başka ihsan istemez!” tavrındalar.

Ama sayın Cumhurbaşkanı da söylemişti, yapın diye.

Sayın Veysi Kaynak, Başbakan Yardımcısı iken yatırım planına da alınmıştı,  viyadükler, tüneller yapılacaktı. Parası da hazırdı. Oldu bitti maşallah diyecektik, amaaaaaa baktık ki dağ fare doğurmuş! Pardon ölü doğdu da, adını bile koyamadık! 

*

Hızlı tren mi dediniz, yahu gidin işinize Allah’ınızı severseniz. Bu şehre dair başarı hikâyesi yazmak isteyenler, yukarıda isimlerini zikrettiğim kurumlar,  siyasi partiler, basın camiası, STK’ları ve duyarlı işadamları, size sesleniyorum, hadi, elbirliği ile bu şehrin kronik hale gelen, kangrene dönüşen sorunlarını çözmeye var mısınız?

Yüreğiniz yetiyor mu?

Ne? Yürek mi yok! Pardon, pardon! Başka sorum yok hakim bey!