İsrail, insanlık tarihinde, lanetli bir kavim olarak bilinir. Zulmeden, milletlerin kanını sömüren, 10 milyon nüfusu ile dünyaya kafa tutan, ama arkasına aldığı ABD’den de güç alarak, bölgesine rahat, huzur vermeyen, ABD’nin Ortadoğu’daki karakolu olduğu bir gerçek iken, Yahudi toplumunun ticareti dürüst olsa da, siyaseti iğrençtir, lanetlidir, çirkindir, aşağılıktır.

Bugüne geliyorsun, kullandığımız temizlik ürünlerinin yüzde 90’ı, yediğimiz çileğin bile tohumu İsrail’den gelirken, ABD’nin bu bölgedeki bekçisi, külhanbeyi, batıya ve çevresindeki Müslüman ülkelerin korkulu rüyası olmayı sürdürüyor.

Bencil, kendinden başkasını horlayan, aşağılayan, yok sayan, imha etmek için her türlü pisliği sergilemekten çekinmeyen bir toplum. Bölgenin, mahallenin delisi, belalısı, soytarısı…

Bırakın ötesini, bırakın berisini, Gazze’de, İsrail halkına yaptıkları mezalimi tüm dünya aptal aptal seyrederken, bir avuç Filistinlinin gücü de tükeniyor. Batı seyrediyor Filistin’li zulme uğrarken, katledilirken.

Çünkü arkasındaki güç, onu bölgenin şımarık çocuğu, haylaz veledi haline getirdi.

*

Tamam da, yazının ‘Yahudi siyaseti’ ile ne alakası var!

Aşağıda okuyacağınız satırlar belki bazılarınızı rahatsız edebilir. ‘Bu ne ya!’ diyebilirsiniz. Tepkinize, eleştirinize saygı duyarım!

Ancak içimden ve aklımdan geçeni, inancım odur ki sizin de kafanızda olan bu satırları yazmayı kendime görev saydım. Siyasetin de bir adabı, bir kuralı, bir irfanı ve namusu varken, yürütülen Yahudi siyaseti, insanları siyasetten uzaklaştırıyor, partilerden nefret noktasına taşıyor.

Aynı takımı tutanlar, aynı partiye gönül ve oy verenler bile birbirine muhalif iken, birbirlerinin arkadan önden, yandan kıyıdan kuyusunu kazarken, birbirlerinin ipini çekmek için yarış içindelerken, egoları yüksek tutup, kendisinden bir adım öne çıkanı nasıl eder de alaşağı ederim zihniyetindeyken, siz hangi dürüst, hangi namuslu siyasetten söz ediyorsunuz Allah aşkına!

Çocuk mu kandırıyorsunuz?

Namus kavramı, iki bacak arasında bile seyrini, zihniyetini kaybetmişken, ‘uzayan dal bizden olsun’ zihniyeti bile eskilerde kaldı, modasını kaybetti, şimdi herkes bireysel hareket ediyor, kendine yontuyor, ‘biz’ kavramından ‘ben’ kavramına evrilirken toplum, Vatan, Millet Sakarya sadece tarih kitaplarında, türkülerde kaldı.

*

Yazdıklarına saygı duyduğum, onay verdiğim sevgili Vildan Çelik Hanımefendi kusura bakmasın, sayfasında paylaştığı yorumunu yazıya eklemeden yapamayacağım. Teşekkürlerimle…   

“Keşke bu yazdıklarımı okuyan herkes anlayabilse, düşünebilse…

Ben benim, ben sizin zannettiğiniz kişi değilim, oldurmaya çalıştığınız kişi hiç değilim.

Kim, kimin aklından geçeni, kalbinden geçeni bilebilir ki!?

Kim bir diğeri hakkında kesin hükümler verebilir ki?

Hani kalplerin sahibi Allah’tı? Hani Allah istedikten sonra kimse önüne geçemezdi? Siz Müslüman değil misiniz? İnanmıyor musunuz ayetlere?

Kim, kimin hakkında peşin hükümler verebilir? Kim karşısındaki insanın düşüncelerini okuyabilir?

Allah aşkına yapmayın! Kimseyi yargılamayın!

Bekleyin, zamanın ve kaderin sizin hakkınızda ne biçeceğini ve payınıza ne düşeceğini bilemezsiniz!

İnsanları hayata küstürmeyin!

Ham olmayın, kekre olmayın, insan olun, olgun olun azıcık…

Kimin, neyi, niye yaptığını kendisi dahi bilemezken, kimse hakkında peşin hükümlü olmayın!

Allah sizi öyle bir sınar, öyle bir döngüde olursunuz ki “eyvah” dersiniz de iş işten geçmiş olur.

Yapmayın!”

*

Herkes kendi mahallesinin kabadayısı, kümesin horozu olma hevesinde.

Herkes kendi krallığını ilan etme ve sürdürme niyetinde.

Herkes kendi imparatorluğunun alanını genişletme sevdasında.

Herkes ister aile deyin, ister ağalık deyin, kendi devranını sürdürme azminde iken, ne siyasetin tadını alırsınız, ne de o siyaseti sürdürdüğünü zannettiğiniz isimlerin adını ağzınıza alırsınız!

Ağzınızın tadı kaçar, damak zevkiniz isyan eder!

Çünkü içine zehir katmışlardır! Hem de en yakınlarınız tarafından.

*

Bizdeki Yahudi siyaseti revaçta olduğu sürece, piyasada kendine müşteri bulduğu sürece, itibar ve kör de olsa alıcı bulduğu sürece, üstelik de fiyatı her geçen gün arttığı sürece, ne bu şehir bir adım ileri gider, ne de ‘marka şehir!’ olma hayallerine kavuşuruz! Umutlar hep gelecek bahara ertelenir!

‘Kadim şehir’ diye diye kendimizi kandırır, avuturuz ancak!

Çok mu karamsarım, çok mu önyargılıyım, çok mu karanlık tablo çizdim, çok mu acımasızım, çok mu umutsuz mesajlar verdim size, yorumu da size bırakıyorum!

Aslında yazıyı kabak gibi açar, ne varsa ortaya dökerim de, vakit bu vakit değil.

Ama şimdilik…