Türk Dünyası çok geniş jeopolitik bir sahaya uzanan milyonlarca kilometrekarelik muazzam bir coğrafyadır. Bu coğrafya uzun tarihi boyunca başrolünde Türklerin oynadığı ve insanlığın hikâyesinin yazıldığı en önemli birkaç bölgeden birisi oldu.

                Türklerin kadim tarihi efsanevi Oğuz Han’a kadar uzanır. Destanları bir tarafa bıraktığımızda Türklerle ilgili ilk tarihi kayıtlar Çin yıllıklarıyla karşımıza çıkar. MÖ 3. Asırdan itibaren Çin yıllıkları Asya Hunlarıyla ilgili ayrıntılı askeri, siyasi ve kültürel bilgiler vermeye başlar. Gerçek anlamda Türk Tarihi ile ilgili yazılı somut bilgilerimizin de kayıtları bunlarla başlar.

                Maksadımız tarih anlatmak değil. Amacımız bu uzun tarihi süreçte Türklerin birbirleriyle ilişkilerinin temel seyrini ortaya koyup, kaybettiklerimizin idraki içinde tarihî dersimizi çıkarmaktır.

                Türkler her dönemde çeşitli coğrafyalarda büyük askeri güçler, güçlü devletler ve yüksek bir kültür ve medeniyet ortaya koydular. En mühim meziyetlerinden birisi de egemenlik altına aldıkları insanları din, dil, kültür farkına bakmadan barış ve huzur içinde asırlarca yaşatabilme becerisidir. Bu ancak yüksek bir vicdan ve merhamet hissinin sonucu olan müsamaha âlîcenâplığı ile açıklanabilir.

                Kendi bindiğimiz dalı yine kendi elimizle kesmemiz ise en acı hakikatimizdir. Kısaca “Nizam-ı Âlem” ve “Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi” diye adlandırılan cihâna hâkim olma düşüncesi gerçek bir cihân hâkimiyetinin kaynağı olurken, nice asırlar Türk Milleti bu uğurda birbirinin kanını dökerek enerjisini tüketmiştir. Türk devlet ve topluluklarının iç mücadeleleri nice devletin yıkılmasına ve dağılmasına sebebiyet verirken, nice nesillerin de boşu boşuna kırılmasına yol açmıştır.

                16 büyük devlet ve sayısız küçük devlet kurarken, çoğunu da ya kendi ellerimizle yıktığımız veya yıkılmasına sebep olduğumuz da bir gerçektir. Mevzunun can alıcı noktası da tam burası oluyor. İç çekişmelerin ve kardeş devletlerin birbirleriyle amansız mücadelesi Türk Milletinin gücünün zayıflamasına yol açarken Çin, Rus, Moğol, Bizans, Haçlı gibi düşman unsurların üstünlüğü ele geçirmelerine ve nice Türk yurdunun kaybedilmesine yol açmıştır.

Tarih boyu yaşanan bu kayıplar milyonlarca Türk’ün düşman kılıçları altında can vermesine yol açmıştır. “Tarihte en çok soykırıma uğrayan millet Türklerdir” dense hakikatin tam anlamıyla ifadesi olur. Orhun Anıtlarında Bilge Kağan’ın “kemiklerin dağ gibi yığıldı”  ifadesi asırlar öncesinden bu hakikatin en acı ve veciz ifadesidir.   

Tüm tarihi sürece bir projektör tuttuğumuzda “neden böyle oldu?” “Niçin bu kardeş kavgalarının önüne geçilemedi?” sorusuna verilecek en isabetli cevap herhalde “birbirlerini yeterince tanıyamamaları ve ortak menfaatlere yönelik diplomatik temasların yetersizliği” olacaktır.

Olan oldu, biten bitti. Geçmişi geri getirmenin imkânı yok. Türk Dünyası düşman istilasının acılarını hep birlikte yaşadı. Bu acıları yaşayan nesiller, gerçek düşmanın yabancı kavim ve devletler olduğunu büyük dramlar içinde idrak ettiler. 19. Asırdan itibaren özellikle Rusya Türkleri arasından çıkan Gaspıralı İsmail, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan gibi mütefekkirler Türk Dünyasının fikri aydınlanmasında ve soydaşlık anlayışının gelişmesinde öncü oldular. Ancak Batı Türkistan coğrafyasının 20. Asrın sonlarına kadar Rus egemenliğinde kalmış olması yakın ilişkilerin kurulmasının önündeki en büyük engel oldu. Şimdi bağımsız Türk Devletleri ile durum değişmiş durumda.

Önümüzde tarihi bir altın fırsat var. Türk Dünyasının kısm-ı küllisi bağımsız ve hiç olmadığı kadar diplomatik ve kültürel bir temasın kapısı aralanmış durumda. Türk dünyasının kardeş ve soydaş devletleri tarihte ilk kez işbirliğine ve ortak bir iradeye yönelik bir teşkilat kurmayı başarmış durumdalar. Türk Devletleri Teşkilâtı!

2009’da kısa adıyla “Türk Konseyi” olarak Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan tarafından temelleri atılan teşkilat, 2019’da Özbekistan’ın da tam üye olmasıyla genişlemiştir. Ayrıca Türkmenistan ve Macaristan da geçtiğimiz yıllarda teşkilatta gözlemci statüsü kazanmışlardır. Bu haliyle 5 tam üye ve 2 gözlemci üye ile genişleme istidadında olan ve gelecek vadeden dinamik bir uluslararası örgütlenmedir.  Egemenliği altında tuttuğu milyonlarca Türk dolayısıyla bu teşkilata ilgisiz kalamayan Rusya da Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov aracılığıyla Türk Devletleri Teşkilâtında gözlemci statüsü kazanmak istediğini resmen beyan etmiş durumdadır.

Türk Devletleri arasında dostluk ve her türlü işbirliğini geliştirmeyi hedefleyen bu teşkilatın ilgi alanı başta bağımsız Türk Devletleri olmak üzere Çin’den Rusya’ya, İran’dan Ortadoğu ve Balkan ülkelerine varıncaya kadar on milyonlarca Türk’ün yaşadığı tüm coğrafyalardır. Bağımsız Türk Devletleri arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ile birlikte yabancı devletlerin egemenliği altında yaşayan soydaşlarımızın da haklarının korunması ve durumlarının iyileştirilmesi hususları Türk Devletleri Teşkilatının temel misyonlarından birisi olacaktır. Ayrıca tüm dünya devletleri ve uluslararası kuruluşlarla ilişkiler de bu teşkilatın cihanşümul politikalarından birisi olacaktır.

Zaman içinde dünya çapında siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel bir güç birliğine dönüşme istidadında olan bu teşkilatlanmanın lokomotifi hiç şüphe yok ki Türkiye’dir. Türk dünyası içinde nüfus, gelişmişlik, askeri ve ekonomik güç ile tarihi ve diplomatik tecrübe açısından Türkiye kardeş Türk Devletleri için de en güvenilir dost ve ağabey konumundadır.

Teşkilat yaşaması ve geliştirilmesi bakımından Türk Dünyasının ortak geleceğidir. Hiçbir çıkar çatışmasına feda edilmemelidir. Şuan emekleme safhasında olan bu teşkilat yarınların dünyasının en güçlü ve etkili uluslararası kuruluşlarının başında gelme kabiliyetine sahiptir. Zaman içinde tüm bağımsız Türk Devletlerini içerisine alacağı gibi, bünyesinde Türk nüfusu barındıran diğer ülkeleri gözlemci statüsünde veya daha farklı bir pozisyonda teşkilata dâhil edebilecektir. Hatta Asya’dan Afrika’ya Türk Tarihinden derin izler taşıyan birçok Müslüman ülkeyi de bir şekilde içine alabilecektir. 

Batı Dünyası, teknolojik ve bilimsel gelişmeleri neticesi dünyaya egemen olduğu son 3 asırlık süreçte hegemonyasını sürdürecek ve tamamen kendi menfaatlerini devam ettirecek uluslararası kuruluşları ve anlaşmaları tüm dünyaya dikte ettirmeyi başardı. Ancak artık rüzgâr tersine esmeye başladı. Özellikle 2.Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgelerini kaybetmeye başlamaları bu değişimin öncüsü oldu. Asya ülkeleri gelecek vadeden bir gelişim süreci yaşıyor. Batı ülkeleri artık askeri olarak sağlayamadıkları üstünlüklerini ekonomik, siyasi ve kültürel sahalar gibi farklı alanlarda devam ettirmeye çalışıyorlar. Bu da çok sürmez. Ukrayna’daki Batı-Rus kapışması süreci hızlandıracak gibi.

Türk Dünyası tarihin sunduğu bu altın fırsatı kaçırmamalıdır. Tarihî tecrübeleri, diplomatik becerileri ve potansiyelleri ile boşlukları doldurup, krizleri ve kaosları fırsata çevirmeli, yeni ve adil bir dünyanın kuruluşunda baskın rol oynayarak dünya üzerindeki tarihî ağırlığını yeniden tesis etmelidir. Türk Dünyası; jeopolitik konumu, büyük nüfusu, hammadde ve enerji kaynakları açısından zenginliği ve tarihî tecrübesi ile potansiyel gücünü kuvveden fiile çıkarabilir.

Yol uzun ve meşakkatli. Engeller tükenmez. Dünya bir mücadele sahasıdır. Yılgınlık bu milletin mayasında yoktur. Tarih boyu 3 kıtada egemenlik kurmuş bu büyük millet, Türk Devletleri Teşkilatıyla hayal bile edilemeyen bir kudrete erişebilir. Bahtın âli, yolun açık olsun Türk Devletleri Teşkilatı...

İbrahim KANADIKIRIK