Ukrayna’da Rus işgali göstere göstere geldi. Çar Putin ağır saldırı silahlarıyla donatılmış 150 bin kişilik bir orduyu blöf olsun diye Ukrayna sınırına yığmadığını ortaya koydu. Aslında bunu Rusya’nın başına geçtiğinden beri sürekli yapmıştı.  Çeçenistan, Kuzey Osetya, Gürcistan, Suriye, Kırım Putin’in geçmiş eylemleri olarak bugün olanların bariz bir işaretiydi.

                18. asırdan beri hâkimiyetinde olan ve Slav nüfusunu ağırlıklı olarak yerleştirdiği Kuzey Karadeniz Rusya’nın ana hayat sahası olarak görülür. Üstelik Ukrayna başkenti, en eski Rus Prensliği olan Kiev Knezliği’dir. Rusya, Ukrayna’yı güvenliği açısından Batı sınırı olarak görür. Ya sınırını kaptırmayacak, ya da Batının evinin içine kadar sokulmasıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.

                SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Rusya kaybettiği ana hayat sahalarını geri alma mücadelesi vermekte ve bu hususta güç kullanmakta tereddüt etmemektedir. Kısaca Ukrayna, Ukraynalılara bırakılmayacak kadar değerlidir. Üstelik Kuzey Karadeniz’in kilidi olan Kırım, Odessa Limanı ve Azak Denizi Rusya’nın cihan hâkimiyetine giden sıcak denizlere inme yolu olunca bu saha için yapmayacağı yoktur. Rus Avrasyacılarının lideri ve Putin’in dış politika beyni olan Aleksandr Dugin yıllardır onun stratejik hamlelerini belirliyor. Çariçe 2.Katherina’nın “İstanbul’un yolu Kırım’dan geçer” sözü mevzuyu özetlemeye yeter.

                Şu anki durum 1853 Kırım Savaşı ve 2. Dünya Savaşı öncesi durumları hatırlatıyor. Rusların Balkanlara inme ve Osmanlı’nın işini tek başına bitirme arzusuyla giriştiği Kırım Harbi bir Osmanlı-Rus Savaşı olarak başlarken, Avrupalılar savaşa seyirci kalmayı tercih etmişlerdi. Ancak ilerleyen zaman içinde savaşın Rusya’nın lehine şekilleneceği endişesi Avrupalıların menfaatlerine ters gelince tarihte ilk kez Osmanlının yanında ve Rusya’ya karşı ittifak halinde savaşa girmişlerdi. Neticede müttefik donanma Sivastopol’u şiddetle kuşatarak Rusya’yı mağlubiyete sürüklemişti. Bu da Rusya’nın Karadeniz’deki faaliyetlerini en az 20 yıl boyunca dondurmuştu.

                2.Dünya Savaşı öncesi ise Hitler Almanya’sı Avrupa’yı parça parça yutmaya başlamıştı. Hızla silahlanarak Versay Barışını yırtıp atan Hitler; Alsac-Loren, Avusturya, Çekoslovakya, Danzing bölgelerini birer birer ilhak etmişti. Bu bölgeleri Cermen birliğinin ana gövdesi olarak ifade ediyor ve 3. Reich’ın (Alman İmparatorluğu) kuruluşunu dünyaya ilan ediyordu. İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa devletleri cılız protestolardan başka bir şey yapamamışlardı. Bunların tereddütlü ve çekingen politikaları Hitler’in cür’etini artırırken, İtalya ve Japonya ile yaptığı ittifaklarla da cepheyi genişletmişti.

                Şimdiki durumla tarihi süreç kıyas edildiğinde, Hitler’in yayılma stratejisi karşısındaki Batılı Devletlerin tutumu ile Putin ve Batı Dünyasının karşılıklı durumları “tarihi tekerrür” kaidesini hatırlatıyor.

                Kararlı tutumuyla her şeyi göze aldığını ortaya koyan Putin’e karşı ABD öncülüğündeki Batı Dünyasının pasif tutumu Ukrayna’yı kurban etti. Zelenski Batı’ya güvenmenin bedelini büyük bir sükût-ı hayalle öğrenmiş oluyor. NATO’nun askeri güç kullanmayacağını ifade etmesi Rusya’nın harekete geçmesini kolaylaştırdı.               

Ciddi bir hava savunma sistemi olmayan Ukrayna’yı yoğun füze saldırısıyla yumuşatan Rusya derinlemesine ülkeyi istila etmeye başladı. Daha işgalin ilk gününde temel hedefinin ayrılıkçı Donbas Bölgesi olmadığını, tüm Ukrayna’yı kontrolü altına alarak Batı yanlısı Zelenski hükümetini devirip Rus yanlısı bir kukla hükümet kurmak istediğini güçlü bir şekilde ortaya koydu.

                Ancak görünen o ki, kara harekâtı başlar başlamaz evdeki hesabın çarşıya uymadığı ortaya çıktı. Rus genelkurmayının Ukrayna’nın direniş kapasitesi ve kararlılığını iyi hesap etmediği gün gibi ortada. Ukrayna ordusunun çözülmemesi ve şimdilik halkının da direniş iradesi ortaya koyuyor olması sıcak çatışmayı tahminlerin ötesinde uzatacak gibi görünüyor. Bu gelişme Rusya’nın planlamasına aykırı düşüyor. Geçen zamanın Rusya’nın aleyhine işleyeceği ortada. Zelenski şimdiden dünya çapında bir ulusal kahramana dönüştü bile. Kaybetse de ölse de durum değişmeyecek. Ancak ülkeyi terk etmesi korkunç bir hata olur ve ülkesini kendi elleriyle Rusya’ya teslim etmiş olur ki, bu da Ukrayna’nın geleceğine mal olur.

Sürecin görünen özeti bundan ibaret. Ancak soru işaretleri kafa karıştırıyor. Yazımızın ikinci bölümünde bunlara cevap bulmaya çalışacağız...

RUS RULETİ KİMİN BAŞINDA PATLAYACAK?-(2)

                Herkesin aklına gelen bir soruyu tekrar etmekte fayda var? Acaba Batı, Rusya’yı bile isteye mi Ukrayna’ya çekti? Rusya karşısındaki aciz görüntü politik bir manevra mı idi? Ukrayna, Rus ekonomisini çökertmek ve sıcak denizlerdeki etkinliğini sonlandırmak için yem olarak mı kullanıldı? Politik arena buna müsait.

                Avrupa’nın 2.Dünya Savaşı öncesi süreci iyi analiz etmediğini kimse iddia edemez. ABD ise yaklaşık 650 trilyon dolarlık savunma bütçesiyle ve üstün askeri teknolojisiyle Rusya’nın kat be kat fevkinde bir askeri güce sahip.

                Zaten harp öncesi Ukrayna’ya ciddi bir yığınak yaptılar. NATO üyesi Romanya ve Polonya Ukrayna’ya lojistik desteğin ana üsleri konumundalar. Polonya (Lehistan) Rusya’yla tarihi düşmanlıkları sebebiyle Ukrayna’nın düşmesini sıranın kendisine geldiği olarak yorumlayacaktır. Bu sebeple Rusya’nın başarısız olması Polonya’nın rahat nefes almasını sağlar.

                ABD’nin, NATO’nun bel kemiği olan Türkiye’yi ikna etmeden askeri bir operasyon seçeneği düşünemeyeceği aşikârdır. Türkiye’nin NATO şemsiyesi altında da olsa artık kendini kullandırmayacağını iyi biliyorlar. Ancak Rusya’nın günün sonunda istediğini alması durumunda NATO’nun geleceğinin de belirsizliğe gireceğini iyi biliyor.

Batı stratejisinin uzun soluklu bir ekonomik yaptırımlar ve Ukrayna’yı dayanabildiği ölçüde lojistik desteklerle ayakta tutup, savaşı Ukrayna boyutunda uzun vadeye yaymak olarak belirlendiği görülüyor.  Kısaca sıcak çarpışmanın direk tarafı olmadan daha düşük risk ve maliyetle Rusya’yı uzun soluklu çatışmayla yıpratmak batının temel siyaseti gibi görülüyor. Zaman içerisinde yaptırım ve kısıtlamaların ekonomik alanın dışında çok boyutlu olarak genişlemesi beklenmektedir. ABD daha önce benzer bir stratejiyi Afganistan’da SSCB’ye karşı uygulamış ve istediği neticeyi elde etmişti.

                Daha şimdiden Polonya’ya ek olarak Romanya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti Soğuk Savaş sürecinde başkentlerinde gezen Rus tanklarının acısını yeniden hissetmeye başladılar bile. AB öncülüğündeki Avrupa, Rusya’ya karşı siyasi ortak cepheyi kurdu. ABD liderliğinde hareket ediyorlar. Almanya’nın çark ederek Ukrayna’ya silah ve cephane desteği vereceğini açıklaması Ukrayna direnişine can suyu olurken, Rusya için uzayan yıpratıcı bir savaşa girdiği anlamına gelmektedir. Görünen o ki, Ukrayna’ya askeri yardımlar artarak devam edecek.

                Rusya geri dönülmez bir yola girdiğinin farkındadır. Neye mal olursa olsun biran evvel sonucu almak ana hedefidir. Uluslararası arenada yalnızlaşan ve kötü adam durumuna “21. Asrın Hitler’i” olarak düşen Putin müttefik cepheyi genişletmek zorundadır. Bu hususta potansiyel mihveri Çin’dir.

                Asya Pasifik’te ABD’ye karşı hâkimiyet mücadelesi veren ve Tayvan’a hâkim olmak isteyen Çin’in, Rusya ile potansiyel mihver gibi görünse de aralarındaki temel ihtilaflar ve ABD’nin Tayvan’a açık desteği sebebiyle aceleci davranmayacağı ortadadır. Kısaca Kırım Savaşında olduğu gibi Rusya’nın yalnızlığa mahkûm olma ihtimali yüksektir. Son çaresi “Kollektif Güvenlik Anlaşması” çerçevesinde başta Kazakistan olmak üzere Bağımsız Devletler topluluğundan destek almaktır. Bu da meçhuldür. Türk Cumhuriyetleri üzerinde Türkiye etkisi eskisinden daha belirgindir.

                Tabi ki tüm bunlar sürecin anlık gelişmeleriyle ilgili tahminlerdir. Silahlar patladıktan sonra meselenin nereye evrileceği belli olmaz. Şartlar bugünden yarına değişebilir. 3.Dünya Savaşı ve nükleer çatışma riskini şuan için söylemek acelecilik olur. Rusya-Ukrayna Savaşı mevcut şartlar altında bölgesel kalacak gibi görünüyor. Lakin ekonomik etkilerinin küresel ölçekte olacağı ortadadır. Enerji ve buğday arzı başlıca ekonomik risktir.

                Türkiye ise hem risk ve hem fırsat sürecini birlikte yaşadığı bir süreçle karşı karşıyadır. Güney Karadeniz’i elinde tutan Türkiye, Ukrayna’nın tamamen Rusya kontrolüne girmesi durumunda Rus baskısını daha fazla hissetmeye başlarken, güvenlik öncelikleri Karadeniz’de baskın hale gelecektir. Ukrayna’nın düşmemesi Türkiye’nin tarihi menfaatleri açısından elzemdir. Üstelik Kırım Tatarlarının durumlarının da kötüleşeceği ortadadır.

Türkiye, Rusya ile bir denge siyaseti içerisinde ve “kazan kazan” politikası çerçevesinde ticari, siyasi, enerji, nükleer ve askeri teknoloji alanında çok yönlü bir ilişki geliştirmiştir. Türkiye’nin ne Rusya’yı karşısına alma ne de Ukrayna’yı kaderiyle baş başa bırakma lüksü yoktur. Dengeli bir dış siyaset içerisinde iki tarafla da ilişkileri koruyarak, bir arabulucu şeklinde çatışmayı durdurup, tarafları müzakere masasına oturtmak Türkiye’nin ana ilkesi durumundadır. Ukrayna’nın direncini muhafaza edip dayanması, Rusya’nın müzakere masasına oturtulmasını sağlayacak en mühim gelişme olacaktır. Bu durum Türkiye’nin menfaatine bir gelişme olacaktır.

Sıcak bir çatışmadan kendini muhafaza ederek süreci atlatacak olan bir Türkiye,  dünyanın yeni şartlarında çok daha güçlü ve belirleyici bir bölgesel güç olarak hem denge unsuru olacak hem de zayıf ülkelerin daha fazla yakınlaştığı bir güvenli liman olarak gücüne güç katacaktır.

Sonuç ne olursa olsun Rusya çok da kazançlı çıkacak gibi görünmüyor. Uzayacak ve belirsizliğe gidecek savaş Yeni Rus Çarlığı rüyalarına da büyük darbe vurur. Ukrayna’da hedefine ulaşamayacak bir Rusya Putin ve kadrosunun sonu olabilir. Putin bir “Hitler Sendromu” yaşayabilir.

Daha şimdiden akraba bir Slav topluluğu olan Ukraynalıların kalbini kaybetmiş durumda. Ukrayna halkının direniş iradesi gösteriyor olması bunun bir göstergesi. SSCB’nin dağılmasından beri geçen 30 yılın Ukrayna Slavlarını Rus Devletinden kopardığı sosyolojik bir dönüşüm gerçeği olarak ortaya çıkmış durumda. Bu 30 yılda bağımsız bir Ukrayna devletinin 2 yeni nesli vücuda geldi ve bunlar dönüşümün en temel dinamikleri oldular. Şuan Ukrayna’nın üzerine Rus bombalarının yağıyor olması bu sosyolojik dönüşümü büyütmekten öteye geçmeyecektir. Savaşın yıkıcı etkileri Ukrayna halkını silah bırakıp teslim olmaya itse bile uzun yıllar sürecek olan bu ayrışmayı tamir edemeyecektir.

Dediğimiz gibi tüm bu değerlendirmeler dünün ve bugünün perspektifinden yansıyanlar. Savaşın hâli belli olmaz. Dengeler bir anda tersyüz olabilir. Putin’in Rus Ruleti kendi başında mı patlayacak, yoksa Batı dünyasının mı? Cevabını yarınlar gösterecek...