Zaten öyle bir kural da yok! Kim kendine güveniyorsa, tecrübelerinden de yararlanılarak, usta bir ayak penaltı noktasına koyara topu, atışı kullanır.

Ya gol olur.

Ya kaleci kurtarır.

Ya da topu auta atar!

Gol olursa, herkes penaltıyı kullanan oyuncunun üzerine çullanır, onu tebrik eder, yağmur gibi üzerine yağarlar. Taraftar sevinir, teknik adam sevinir,  kulüp başkanı sevincinden iki de göbek atar, belki de o gol takımın galibiyetinde önemli rol oynar.

Kaleci kurtarırsa, kahraman ilan edilir. Arkadaşları kutlar, belki de takımı yenilgiden, daha doğrusu uçurumun kenarından alır. Sıralamada kritik yerdeyse o kalecinin heykeli dikilir, teknik adam da bu galibiyetin, ligde kalmanın primini yer.

Sezon sonunda ücretini ikiye katlar!

Şayet aksi olur, topu auta atarsa oyuncu, arkadaşları üzülür, takım kaptanı üzülür, taraftar kahrolur, teknik adam fırça çeker, kulüp başkanı da, ‘Ulan bunu sezon sonunda gönderin!’ talimatını verir.

Kural budur! Alternatifi de yoktur!

*

Her oyunun kendine göre kuralları, sistemi vardır. Her teknik adamın, her işadamının, her siyasi partinin kendilerine göre kuralları, sistemleri varken, adına kırmızı çizgi dediğimiz bu kurallar zincirini siyasete uyarlayacak olursak…

Evet, zurnanın zırt dediği yere geldik.

Tamam, futbolcu penaltıyı adamadı diye kızabilirsiniz. Peki, hayatında hiç penaltı atmamış, deneyimsiz, penaltı çekerken kalecinin gözünün içine bakan, atacağı köşeyi hissettiren adama “penaltıyı sen çekeceksin!” diyen teknik adamın hiç mi kabahati yok!

Takım yenildi, şampiyon da olamadı. Ee, hakem ne yapsın!

Oraya geliyorum…

*

Penaltı çekerken kalecinin gözünün içine bakan, kaleciyi ters köşeye yatırıp havasını basmak ve takımın galip gelmesini sağlamak varken, topu kaleciye nişanlamak veya auta göndermek sıkıntı yaratacaktır.

Burada teknik adam suçlu.

Mesele şu… Birini, bir partinin il – ilçe başkanı olarak atıyorsunuz. Ya da bir ilçeye, ya da büyükşehre belediye başkanı adayı gösterip, seçilmesini sağlıyorsunuz. Peki, bu adamın ehliyeti, liyakati var mı, yeterlilik belgesi taşıyor mu, bu işin üstesinden gelebilecek potansiyele ve enerjiye sahip mi?

Bakmıyorsunuz. Uzayan dal bizden olsun istiyor, telefon açtığınızda ‘emredersiniz, baş üstüne, tabi ki, hay hay!’ diyen emir erleri, kurşun asker aradığınız için, aday diye gösterdikleriniz veya atadıklarınız başınıza bela oluyor, partinin oylarının düşmesine sebep oluyor, sıkıntıyı, yani ceremeyi de kamuoyu veya seçmen nezdinde siz çekiyorsunuz.

Müstehak size! Bindiğiniz dalı kesiyor, kendi ayağınıza kurşun sıkıyorsunuz, düşmana gerek yok, kendi yolunuza mayın döşüyorsunuz! Size müstehak demem ondan!

Sen çapsız, özgül ağırlığı olmayan, karekökü sıfır, üstelik de pavyon fedaisi kılıklı ve tavırlı adamı sorumlu diye partinin başına getirirsen, kusura bakma hakem bey, pardon Ankara, suçlu sensin!

*

Karpuz alırken tepesine tak-tak diye vur, kavun alırken kıçını kokla, ekmek alırken hamur mu, kızarmış mı diye kontrol et, eee…

Eesi şu, penaltıyı çekecek senin adamın diye, transferi için ondan prim kopardın diye, oynatmazsan sözleşmeye ihanet edilir düşüncesiyle hareket edersen, o oyuncu penaltıyı kaleciye de nişanlar, auta da gönderir.

Taraftarın isyanına katlanacaksın o zaman!

O taraftar ki, bir tezahürat yapar, seni hakem yaptıklarına, pardon teknik adama olarak takımın başına getirdiklerine bini pişman eder, anandan emdiğin sütü burnundan getirir, memlekete sığmaz eder.

*

Oyuncu penaltıyı kaçırınca, yeri gelir, zaman olur, hakem, yani Ankara gerekirse o penaltıyı kullanır ve golünü de atmak zorunda hisseder kendini.

Makine ayarları, pardon kuralları ters yüz etme hakkını kendinde gördüğü için, buna mecbur! Yoksa şirazeyi kaybedeceksiniz!  

Aksi halde taraftar kitle, onu da aforoz eder, bir daha ne maçına gider, belki de takım değiştirmeye kadar uzanan çizgide seni yerden yere vurur!

O bakımdan…

Penaltıyı çekecek oyuncuyu teknik adam çok iyi belirlemek zorundadır. Yoksa sezon sonu gelmeden kıçına tekmeyi vururlar!

Bilmem anlatabildim mi?

Ve… Hamur un’dan, vaziyet bundan ibaret!