Ne olacağımızın doğduğumuz evde (ülke şehir, köy) yazıldığı sıkça konuşulup yazılıyor. Farklı disiplinlere (felsefe, din, psikoloji vs) ait metinleri “İnsanın doğasını” anlama yolculuğu(m/n)da okumaya çalışıyorum. Bu konudaki düşüncemi yazının sonuna bırakarak son olarak okuduğum “Kaderimizi anlamanın sırları” başlıklı bir köşe yazısından söz edeceğim (bk. (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/dr-gulseren-budayicioglu/kaderimizi-anlamanin-sirlari-41908067). Kader (TDK) genellikle kaçınılmaz kötü yazgı (talih) olarak açıklanmış. Yazıda anlatılanlardan ilgimi çekenler (veya sorular) şu kısımlardı:

Sorular

“Ülkemizin, ailemizin, sülalemizin geçmişte yaşadıkları da etkiler kaderimizi. Anamız, babamız, dedemiz, ninemiz, onların da dedeleri nineleri ne yaşamış, nerede yaşamış, nasıl yaşamış? Başlarına ne gelmiş de ne gelmemiş? Hangi coğrafyanın evladısınız: soğuk ve karanlık bir ülkede mi dünyaya geldiniz, sıcağı çok suyu az bir yerde mi? Varlıklı bir evde mi, yoksul bir evde mi doğdunuz? Anneniz babanız sağ mıydı? Aile dört gözle sizi beklerken başlarına olmadık bir iş mi geldi? Aileniz kavga eder miydi? Çocukken hiç dayak yediniz mi?”

Bu sorularda sonra yazar hükmünü veriyor:

Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır. Önce o evler, sonra da içine girmeye çalıştığımız toplum yaralar bizi. O yaralarla büyür, sonunda o yaraların bizi götürdüğü yere gideriz. İşte çocukken alınan o kalp yaraları kimimizi abad eder, kimimizi de berbat eder. Marifet kaderimiz güzel olmasa da, hayatın bize kapattığı kapılara yeni bir anahtar uydurabilmekte...”

Evet, yazı böyle ama son cümlesi daha yol gösterici nitelikte: Marifet hayatın bize kapattığı kapılara yeni bir anahtar uydurabilmekte.

Aslında sorular ve umutsuzluktan sonra daha rehber olacak bir açıklama. Buna biraz bakalım.

Yeni bir anahtar

Bazı yaşam ustaları (ör. bazı psikologlar) erken dönem hatalarını çok fazla önemsemekteler. İnsancıl (Humanist) yaklaşımlar ise insanın “seçme özgürlüğüne ve sorumluluğuna” önem vermekteler. Bu konularda eklektik düşünmekle birlikte olumlu yaklaşımları daha fazla tercih etmekteyim. Nitekim yukarda alıntı yaptığım yazarda aslında erken dönem hatalarına dikkat çekmekle birlikte bunun aşılabileceğini “yeni bir anahtar” ile anlatmaya çalışmış. Sanırım kafası karışık değilse O’da benim gibi biraz eklektik. Nitekim başka bir konuşması ise şu şekilde: “Yetişkin biri artık ebeveynim şöyle yaptı böyle yaptı dememeli:   Böyle yaptıkları için böyleyim. Yetişkin biri kendi başının çaresine kendisi bakabilmeli; bunu kendimize öğreteceğiz. (https://www.youtube.com/watch?v=o6rfXuudvFM, ET: 23.10.21).

Geleceğe bakmak

Bugün insanın geçmişin olumsuzluklarına takılmadan iyiyi seçme özelliği ile hayatın yeniden inşa edilebileceğini çok sayıda yaşam ustası savunuyor.

Bunlardan biri de Ziya Osman Saba. O “Mesut İnsanlar Fotograf Hanesinde” şöyle demekte:  “Dünyada her insan az çok felakete uğramış olabilir. Bunun için büsbütün kötümser olunur mu? Felaketler yerine saadetleri, ölmüşler yerine doğacakları, geçmişler yerine gelecekleri düşünmeliyiz” (Hikayeler, TDK Yayını, S:173).

Elbette erken dönem hatalarını önemsiyorum. Nitekim büyük bir beynin şu tespitini de gözden uzak tutmuyorum: “Yaşam tarzları köklerinde yapılan hataları anlamadan değiştirilemez” (Alfred. Adler, 1929 Yaptığı bir konuşma https://www.youtube.com/watch?v=J12ZcSat7g4). Ama erken dönem hataları anlaşılırsa, hayatın anlamı idrak edilirse, bilgi ve bilincimiz (=bilişim yeteneğimiz) geliştirilirse insan her zaman kendine yeni bir yol çizebilir. İnsan özgürlüğünün, seçme yeteneğinin ve sorumluluğunu farkına varırsa geçmişin bataklıklarına saplanıp kalmaz.

Yani siz kendi hayatınızın resmini çizebilirsiniz…

Son söz: Yeni bir dünya her zaman mümkündür.