Türk kültür tarihini incelediğimiz zaman, birçok amiller ortaya çıkmaktadır. Türkler sosyal meselelere çok önem vermişler, bunlar için çeşitli müesseseler meydana getirmişlerdir. Kervansaraylar, medreseler, tabhaneler, darüşşifalar, bimarhaneler, imaretler, çeşmeler, sebiller ve diğerleri, hep bunlar arasındadır. Yapılan hizmetlerin çoğu bedelsiz olup, tamamı vakıftır. Ordularımız Orta Asya'dan Viyana kalesine kadar şan ve şerefle gittiler. İlim adamlarımız bugünün üniversiteleri olan medreseleri kurdular. Uluğ Bey, Ali Kuşçu, el - Beyrûnî astronomi tarihine imzalarını attılar. Uluğ Bey'in adı XIV. yüzyıldaki yaptığı ay üzerindeki çalışmalardan ötürü, Amerikalılar tarafından ay haritasında bir kratere verilmiştir. El-Câbir, cebiri Avrupalılar'a öğretti. İbn-i Sînâ'nın kan dolaşımı tezi uzun yıllar Avrupa'da okutuldu. Hattatlarımız, Arap kaligrafisini İstanbul'da zirveye çıkardılar. Mühendislerimiz, Tuna Nehri üzerinde bugünkü Macaristan'ın başşehri olan Budapeşte'de gemili köprüler kurdular. Kervan yollarında, tüccarlarımızın rahat konaklamalarını temin ve emniyetlerini sağlamak için vakıf kervansaraylar inşa edildi. İşte, Osmanlı İmparatorluğu'nu asırlar boyu ayakta tutan sebeblerden birkaçı... Cemiyetleri ayakta tutan meselelerden biri de hiç şüphesiz, fertlerin kendi aralarındaki münasebetleri, yani günlük ihtiyaçların temin edilmesi. İşte burada basit gibi görünen, aslında çok şumullü ve tesirli bir müessese karşımıza çıkıyor. Esnaf Teşkilatı, Ahîlik, XVII. yüzyılda Loncalar... Bugün nasıl, mimarların M imar Odaları, Şoförlerin Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu, doktorların Türk Tabibler Birliği gibi bağlı oldukları bir kuruluşları varsa, Selçuklu ve Osmanlı Devrinde de esnafların bağlı oldukları kuruluş, AHİ teşkilâtı idi. "Ahî" kelimesi Arapça olup, "kardeşim" anlamına gelmektedir.

Anadolu'da XIII. yüzyılda Türkler tarafından kurulmuş "Ahîlik" teşkilâtı adını, Arapça sözcüğün, daha doğrusu Türkçede cömert, eli açık anlamına kullanılan "Akı" kelimesinin terimleşmesinden almıştır. Ahîliğin anayasası "Fütüvvetnâmeler" dir. Fütüvvetnâmelerde, Ahîliğin esasları, kâideleri, merâsimleri, adet ve öğütleri yazılıdır. Fütüvvetnâmeler: Abbasî Halifeleri zamanında, Horasan'dan Bağdat yakınlarındaki Samarra şehrine gelen Türkler tarafından geliştirilerek "önceleri toplum hayatında bir ideal iken, daha sonra ruhanî hayatta bir ideal olmuş"tur. Cemiyetlerin dini, sosyal-kültürel alanda, hür iradesi ile toplumun millî ve manevî unsurlarını meydana getirmiştir. Kâinattaki bütün varlıkları yaratıcıdan dolayı seven, yardımsever insanların meydana getirdiği Ahîliğin millî ve mânevi unsurlarını sıralayacak olursak, cömertlik, başkalarını sevmek, dostlarla iyi geçinmek, başkalarına yardım etmek, kendinden önce başkalarına yardım etmek, kendinden önce başkalarını düşünmek, başkalarına saygı göstermek, şefkât, Allah için sevmek, doğru sözlü olmak, başkalarından önce kendini düzeltmek, misafirperver olmak, dostlarının sevincine katılmak, yapılan iyiliklere karşılık beklememek, tövbe etmek, sadaka vermek, Allah'ın yasaklarına saygı göstermek, ibadet etmek, âlimlerle sohbet etmek, ilimde marifet aramak, nefsi hesaba çekmek, dostlarına öğüt vermek, büyüklerin sözlerini dinlemek, kimseyi azarlamamak, dostlarının cefasına katlanmak, tamahtan sakınmak, istenmeden iyilik etmek, başkalarını iyi kendini hatalı görmek, yaptığı iyiliği söylememek, dostlarının dedikodu edilmesine mani olmak, dostlarını istemeğe mecbur etmemek, hizmette ayırım yapmamak, kulağı kötü sözlerden korumak, komşuluk hakkına riayet, kötülüğü affetmek, eli darda olan arkadaşına yardım etmek, güzel ahlâka sarılmak, ustasını herşeyin üstünde tutmak şeklinde özetlenebilir. Ahî teşkilatı Anadolu'da ilk defa XIII. yüzyılda Kırşehir'de Nasıruddin Ahî Evran-ı Velî tarafından köklü müessese haline getirilmiştir. Bununla birlikte, teşkilâtın Horasan ve Orta Asya içlerinde IX. asırda bulunduğu muhakkaktır. Ahî Evran-ı Velî, Moğol istilasından kaçan, Horasanlı esnaf ve sanatkârı bir araya getirmiş, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ve Ankaralı Hacı Bayram-ı Velî gibi ulu büyüklerle Anadolu'nun birlik ve beraberliğinde büyük rol oynamıştır. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi istiklâlini ilan ederken O'na Ahî fütüvvetine göre şed bağlanmıştır. Ahî Evran; büyük bir ekonomist olduğu kadar büyük bir sosyologdur. Teşkilatının devamlı olması için ahîliği tekke ve zaviyelere bağlamıştır. Tekke ve zaviyeler o devrin birer açık halk üniversiteleridir. Sanatkâra iş yerine yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisi ile mesleklerin incelikleri öğretilirken, akşamları toplandıkları Ahî zâviyelerinde halk eğitimi uygulanıyordu. İşte bu yolla yetişen Türk esnaf ve zanaatkârı, hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuşlar, hem de yerli Bizans sanatkârları ile yardımlaşabilecek bir sanat yeteneğine kavuşmuş oluyorlardı. Ahî Evran-ı Velî, müridlerine altı esası telkin ederdi.

  1. Elini açık tut, cömert ol.
  2.  Sofranı açık tut, açları doyur.
  3.  Kapını açık tut, misafirperver ol.
  4.  Gözünü bağlı tut, kötülükleri, etrafında dönen dolapları görme.
  5.  Dilini bağlı tut, kötü söz söyleme, aniden sinirlenme, hırsla kalkan zararla oturur, sonradan pişman olma.
  6. Belini bağlı tut, cinsî duygu ve düşüncelerine hâkim ol, kendini frenle. Ahîler, bozuk, sakat, hileli malı kat'iyyen satmazlar, satanları ise meslekten men ederlerdi. Pabucunu dama atmak deyimi de buradan ortaya çıkmıştır.

Aşağıda belirtilen kimseler ise Ahîliğe alınmazdı:

  1. İman ehli olmayan kafirler,
  2.  Münafık olanlar,
  3. Falcılar, müneccimler,
  4.  İçki içenler,
  5. Hamamdaki tellâklar,
  6. Açık artırma işleri yapıp halkı kandıranlar,
  7. Eksik metre ile kumaş satan tuhafiyeciler,
  8. Kalplerinde şefkât kalmayan, işleri sadece kan dökmek olan kasaplar,
  9. Yürekleri taş gibi olmuş operatör doktorlar; zira, fütüvvet şefkât ve rahmetle bezenmiştir.
  10. Avcılar,
  11. Kurulu düzen dışı iş yapanlar (seyyar satıcılar),
  12. Stok yapan karaborsacılar, vurguncular.

Tarihçi Von Hammer, Sultan III. Murat zamanında 148 çeşit esnafın İstanbul'da çalıştığını tesbit etmiştir. Evliya Çelebi'ye göre ise, dört bölgede 57 bölümde 1.100 sanatkâr iş kolu olduğunu yazmaktadır. 700 yıl önce Anadolu'yu dolaşan İbn-i Batuta Seyyahatnâmesinde ise, Ahîlik Teşkilâtı'nın Anadolu'nun hemen hemen her kasabasında bulunduğu bildirilmektedir. Zorbaları yok etmek, yabancılara, gezgin ve misafirlere zaviyelerde ziyafet vermek, türkü ve oyunlarla, temiz bir şekilde hoş vakit geçirmek, her hususda sosyal yardımda bulunmakla kendilerini görevli sayıyorlar, sıkı bir düzen ve kuvvetli bir ağlılık içinde yaşıyorlardı, diyor İbni Batuta.

Ahîler, sofilerin hırkalarına karşılık, fütüvvet şalvarı, başlarına büyük beyaz bir serpuş giymekteydiler. Serpuşların tepesinde bir arşın kadar uzunlukta bir şerit bulunurdu. Bellerinde kama taşırlardı. Törenlere daima silahlı katılırlardı. Aralarında tanınmış kadı, Mevlevîlerin bulunduğuna bakılacak olursa, bunlann basit bir esnaf teşkiline dayanmakla kalmayıp, sosyetenin aydın tabakalarım da aralarına aldıkları anlaşılmaktadır. Ahî zâviyelerindeki, mesleki eğitim üzerinde pek durulmaz, bilhassa, halk eğitimi, örf, adet, gelenekler, din eğitimi üzerinde durulur, ayrıca spora büyük ehemmiyet verilirdi. Boş Samanları değerlendirme üzerinde durulurdu. Cirit, güreş, kalkan, kılıç oyunları, revaçtaydı. Aslında buradaki eğitim adâb ve erkân üzerinedir. Toplulukta nasıl konuşulacağı, hangi hareketlerin yapılacağı öğretilirdi. Bir Pir'den öğrenilen sanat, nesilden nesile ulaşırdı. O sanatı en iyi bilen, usta sayılırdı. Ustaların, kalfa, çırak ve yamak üzerindeki otoritesi kesindi. Velîler çocuklarını eti senin, kemiği benim diye ustalarına bırakır, usta, o yamak ve çırağa sıkı disiplin altında mesleğin inceliklerini öğretirdi. Çıraklar, ustanın yanında konuşmaz ve gülemezlerdi. Usta bulunmadığı zaman kalfalar, usta selahîyetine haiz olarak işleri yürütürdü. Yamak, Çırak, Kalfa belli bir seneyi doldurur, ustası tarafından, terfie layık bulunursa, Esnafın kolbaşı olan Yiğitbaşı da bunu tasdik ederse, bir üst dereceye merasimle terfi ederlerdi. Çıraklıktan kalfalığa geçen için hususi bir tören yapılması adet değildi. Ustalık, peştemâl kuşanma denilen ve bir çeşit gayret ve iffet kemeri demek olan peştemal, Zaviye Şeyhi tarafından yeni usta namzedinin beline dolaması şeklinde cereyan eden bir merasimle verilirdi. Merasim başlarken, usta olacak kalfanın yaptığı işler, Esnaf Heyetine arz olunur; heyet, eserleri tetkik eder, ve atlas bir torbaya koyup, ağzını bağlayarak mühürlerdi. Sonra usta, tören mahaline doğru yürürdü. Bir yol gösterici kılavuz, "Es-selamün aleyküm yâ ehl-i şerî'a", daha sonra "Es-selâmün aleyküm yâ ehl-i tarika" ve "Esselâmün aleyküm yâ ehl-i hakika", nihayet "Es-selâmün aleyküm yâ ehl-i marifet!" diye dört kapı selamlanır ve usta namzeti tanıtılırdı. Usta namzeti, yaş ve kıdem sırasına göre ustaların ellerini öper, hayır dualarını alır, sonra ölünceye kadar mesleğinde şeref ve namusla çalışacağına dair Kur'an-ı Kerim üzerine yemin ederdi. Müteakiben atlas torbada bulunan usta namzedinin yaptığı işler torbadan çıkarılarak orada bulunanlara gösterilmeye başlanır ve bir yandan da "Huu... Pirimiz üstadımız... Nebi aşkına ve gelip geçen san'at erbabı ervâhına aşk ile Hûû" diye gülbank çekerdi. Kâhya, elini öpen usta namzedinin sağ omuzuna elini koyarak"... sabûr ol, hamûl ol, mütevekkil ol, haram yeme, haram içme, el ve eteğini temiz tut, koymadığın mala el uzatma, gördüğün iyiliği unutma, sana fenalık edeni affet, yürü Allah desteğin ola!..." derdi. Daha sonra genç ustanın kulağına mesleğin sırları, sanatın esran fısıldanır ve beline şed bağlanırdı. Bu arada ilk siftah uğruna aşk ola! diye bağrılarak yeni ustanın yapmış olduğu eserler mezat usûlü satılır ve toplanan paralar, yeni açılacak dükkânın ilk sermayesi olurdu. Ahîler, kendi aralarındaki anlaşmazlıkları, mahkemeye gitmeden kendi aralannda çözerlerdi. Bir anlaşmazlığı olan iki kardeş, Ahî şeyhine giderek durumu anlatırlar, ahî şeyhi iki tarafı dinledikten sonra verdiği karar kat'i olurdu. Ahîlerde bu karara uyarlardı. Ahîler dükkânlarını açmadan evvel, arastalardaki dua kubbesi etrafında toplanırlar, vaktinizi iyi bilin anlamındaki Ve'l Asr sûresi okunduktan sonra, "Ey cemaat-i müslimin, tavcılık yapılmayacak, kefilsiz mal satılmayacak, mal kapatılmayacak,.... sanatınızı ilerletin, yükseltin, birbirinize kardeş sevgisi ve saygısıyla bağlanın. Yolsuz işlere, haksız hırslara sapmayın. İnsanlığınızı, Müslümanlığınızı unutmayın. Gönül üzmeden, canlıya ceza vermeden, cemaati terk etmeden kaçının, seha ve kerem sahîbi olun, muhtaçları ayırt etmeksizin hizmet ve yardım ehli olun!... diye öğüt verilirdi. Başkentimiz Ankara da çok eski bir Ahî şehridir. Bugün Ankara Kalesi’nde bulunan ve halen Anadolu Medeniyetleri Müzesi olan, eski Mahmut Paşa Bedesteninde, eski tarihlerde Ankara ipeği satılırdı. Ankara eski bir ticaret merkezi idi. 1390 tarihli Ahî Hüsameddin tarafından yaptırılan Samanpazarı’ndaki Arslanhane Camii ve külliyesi, eski bir Ahî merkezi idi. Ahî Hüsameddin'in torunu Ahî Şerafeddin'in burada bir türbesi olduğundan dolayı, Arslanhane Camii, Ahî Şerafeddin Camii diye halk arasında anılmaya başlanmıştır. Daha sonra yapılan Ahî Elvan, Ahî Tura mescidi, Ahî Yeşil Camii, diğer ahî eserleri arasında yer almaktadır. Etimesgut semtinin asıl adı Ahî Mes'ud'dur. Mamak semtinin asıl adı da Ahî M amak'tır. Ankara Seymenleri ise, Ahî yiğitlerinin bugün için bir devamı şeklinde yorumlanabilir. Gelecekte Türk sanayisi, Avrupa Ekonomik topluluğu ile yarışa çıkacak, rekâbete çıkacak gümrük duvarları yıkılacak, burada ismini sayamayacağım binlerce çeşit meslek, sanatkârların omuzunda yükselecek, Ey çıraklar, kalfalar, yarınki ustalar siz olacaksınız. Bir Ahî zihniyeti ile hareket edebilirsek, işlerimizde muvaffak oluruz. Tanrı karşısında, millet karşısında alnımız ak olur. Acele iş çıkaralım derken, bazı hatalara düşmemiz kaçınılmazdır. Ağır iş yapalım da demiyorum. Kaliteye ehemmiyet verelim ki bizim de pabucumuz dama atılmasın. Zira eski ahîler, kalitesiz ayakkabı yapan ustanın yaptığı kötü ayakkabıları damın üstüne atarlarmış ki, herkes görsün de ondan ayakkabı almasın diye. Bugün eski geleneklerimiz yok, ama, tamir ettiğiniz malzemeyi iki gün sonra müşteri, usta tekrar bozuldu, derse, yüzünüz kızarmaz mı? Onun için yaptığımız, ürettiğimiz işlerde kaliteye ehemmiyet verelim. Yaptığımız malı mutlaka kontrol ederek müşteriye teslim edelim. Ahîlikte dürüstlük, çalışkanlık, kendini işe verme, başarıların sırrıdır. Kimsenin işine de biz karışmayalım, dedikodu yapmayalım.

Editör: Mahmut Beyaz