Dinin ve dindarlığın sınandığı zamanlara ulaştık. Ülkemizin içinden geçtiği imtihan bir hayli müşkül. Batı düşüncesinin tanımladığı din ile İslam’ın mücadelesi hepimizi farklı bir yol ayırımına getirdi. İmana esas olan tarifimiz; kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve organlar ile amel etmektir. İman; marifet-tasdik, ikrar ve amel boyutlarından müteşekkildir ve bütün bu unsurlarıyla Allah’a iman, mümin olanın ilk şartıdır.

Kafa karışıklığına son!

İmanın tadını alabilmek dinimizce şöyle tanımlanıyor: “Şu üç haslet kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve Resûlü’nü her şeyden çok sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah rızası için sevmek, Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar inkarcılığa dönmekten ateşe atılmaktan kaçındığı gibi kaçınmak.” (Müslim, İman, 67) Biz bunu şöyle de ifade edebiliriz, kişi “Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir, Allah için engel olursa imanını olgunlaştırmış, kemale erdirmiş demektir.”

Din cansuyudur! İmanla girilen bu yol dünyevi imkanların içselleştirilmesiyle devam eder. Vicdanlara gizlenen din İslam’ın tarifini yaptığı din değildir. Allah’ın nimetlerine şükretmek, namusa göz dikmemek ve iffetli olmak, emanetleri korumak ve ehline vermek, temiz giyinmek ve süslenmek, israftan kaçınmak, ihlaslı olmak, adaletle hüküm vermek, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, öfkeyi yenmek, selamlaşmak, hastaları ziyaret etmek, züht sahibi olmak, hanımını esirgemek ve onu terk etmemek, cömert olmak, küçükleri sevmek, büyüklere saygılı olmak gibi onlarca alanda yaşatılıp yaşanması gereken din değil midir?

Bu gün şu soru niye hayatımızda yok? Muaz b. Cebel anlatıyor: Allah Resûlü ile Tebük Seferinden dönüyorduk. Onun yalnız olduğunu görünce, “Ya Resûlallah! Bana cennete girmemi sağlayacak bir davranış söyler misin?” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Aferin sana! Sen önemli bir konu hakkında soru sordun. Fakat bu, Allah’ın kendisi için kolaylaştırdığı kişiye kolay gelir.

Farz namazı kılarsın, farz olan zekatı verirsin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayarak Allah’a kavuşursun.” (İbn Hanbel, V, 237) Hep yaşamak, daha iyi yaşamak derken hazlara terk edilen hayatı şeytan üçgeninden çekip dışarı almak şart. Yüzlerce yıldır yaşadığımız bu toprakların kültürü dinimiz için yeni muştulara kapı aralayacak bizleri batı düşüncesinin süfli arzularından da kurtaracaktır.