Ulusların kalkınmasının kaynağı insan sermayesin oluşma şekli ve ekonomiye yansımasıdır. İnsan sermayesi okullaşma, eğitimin getirisi, fiziksel sermayenin kaynağı, kısaca her şeydir.

*

Yalın anlamıyla okullaşma oranı ve okulda geçen süre ile ölçülen bu sermaye yapısı, geniş anlamıyla verimlilik, teknolojik gelişme ve ekonomik büyümedir.

*

Pennsylvania Üniversitesi, eğitim seviyesi ve onun toplumsal getirisinin bir ölçü olarak kullanıldığı bir veri setini geçenlerde yayınladı ve tüm dünyanın kullanımına sundu. İnsan sermayesi endeksi adıyla sunulan bu veri diğer tüm makroekonomik göstergeler ile de birleştirildi. Doğal olarak biz ekonomistler ve sosyal bilimcilerin iştahı kabardı. Biraz geriden de gelse elde edilen bilgiler iç açıcı…

Verinin elde edilmesi iç açıcı ama ülke karşılaştırmaları yapıldığında bu iştah biraz kaybolmaya yüz tutuyor. Zira ülkemizin insan sermayesi konumu, geçmiş senelerde çok benzer olduğumuz ülkelerden farklılaşmaya başladı. Bunun en güzel örneği ise Güney Kore. Örneğin, 1950 ile 2014 yılları arasını kapsayan veriye göre, Türkiye’nin insan sermayesi artış hızı ve özellikleri Endonezya ile eş değer, Almanya’ya göre çok gerilerden başlayan Güney Kore’nin ise bu açığı kapatması kayda alınması gereken özelliklerdir.


 

Bunun çok açık sosyo-ekonomik nedenleri ve bölgesel özellikleri olmakla beraber, eğitimin ekonomik kalkınma ve ekonomik büyümeye, gelir artışının da eğitime karşılıklı katkısı yadsınamaz

*

Toplumlar zenginliklerini bünyelerindeki farklılıkların etkileşimi ile kazanırlar. Eğitimde de böyledir bu durum. Farklı düşüncelerin yarattığı beyin fırtınası her dönemde teknolojik gelişmenin, zenginliğin kaynağı olmuştur. Bu zenginlik daha sonraki evrelerde farklı düşünceleri desteklemiş ve etkileşim bu döngüde devam etmiştir.

Her ne sebepten dolayı olursa olsun, bu döngünün kırılması ise bizim gibi ülkeleri, maalesef durağan bir verimlilik ortamı yaratarak, orta gelir tuzağı denilen dar bir alana sıkıştırmıştır.

Tüm bu yaklaşımlardan sonra “acaba insan sermayesi hangi ölçüde piyasada değerini bulur” sorusunu sormak gerekecektir. Bunun en sade göstergesi ve yanıtı ise karşılaştırmalı verimlilik oranı ve sermaye birikiminin analizi ile elde edilir.

Grafik tam da bunu veriyor bize.

İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan süreçte, insan sermayesi (mavi) ile fiziksel sermaye 2000’li yılların başına kadar aynı hız ve kararlılıkta giderken, ikinci grupta ani yükseliş kendini göstermiş ve ekonomik yapılanmada da farklılıklar yaratmaya aday olmuştur. Fakat ekonominin bu resminde pek te beklemediğimiz bir yapısal faktör karşımıza çıkmıştır. O da ülke verimliliğinin gelişmiş ülkelere göre çok durağan olması, hatta azalması… Bunun göstergesi olan gri çizgi Türkiye’nin ABD’ye göre verimlilik ölçüsünü vermekte, süreci itibariyle de 1980’lerden bu yana hafif te olsa azalan bir seyir takip etmektedir. Bu ise bizi insan ve fiziki sermayenin artışına rağmen verimliliğin azalmasının nedenlerini sorgulamaya götürmektedir.

Sorumuzu biraz daha etkin yapıda ele alalım: Acaba insan sermayesi (yani okullaşma) ile fiziki sermayede olması gereken birliktelikte bir sorun mu var, ya da bir kopuş mu mevcut?

Yanıtı veriler açık bir şekilde verirken, büyük resmin şekillenmesinde politika yapıcıların şapkalarını farklı bir mekana almaları gerektiği vurgulamak istediğimiz ana nokta olacaktır.

Çünkü %5’lere çakılı kalan bir ekonomik büyüme bir başarı değil, doğal büyüme oranıdır. Yani doğası itibariyle zaten ülke büyümektedir ama esas olan insan sermayesinin en büyük kaynağı olan gençlerdeki %20’lerde asılı kalan işsizliği çok aşağılara çekmektir. Bu durumda ancak insan sermayesi ile fiziki sermayeyi birleştirip verimliliğimizi sanayileşmiş ülkelerinkinden daha yükseğe çıkarırız.


 

Verimli bir hafta sizlerin olsun!

Prof. Dr. Veysel ULUSOY

Eposta: [email protected]


 

Twitter: @ekonomikanaliz ve @arazidencom