Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz ülke olarak. Döviz sepeti sadece 1 yıl içinde neredeyse ikiye katlandı. USD/TL’nin 5.00’dan 6.00’ya geçişi ardından da 7.00’ın üstüne çıkışı ansızın gerçekleşti ve bu duruma bakakaldık. Neyse ki son günlerde TCMB’nin bankalara ihtiyacı olduğu likiti hızlıca sağlaması, BDDK’nın spekülatif işlemlere karşı önlem alması (geç de olsa), büyük bankaların genel müdürlerinin televizyonlardaki rahatlatıcı konuşmaları, AB liderlerinin Türkiye’nin yanında olduklarına dair mesajlar ve ekonomi yönetiminin yerinde hamleleri ile dövizin alevi bir nebze de olsa dindi, dinmeye devam ediyor.

***

Aşırı yükselen döviz kurundan sonra, TL’nin değer artışını görmek hepimizi sevindiriyor ama bir yandan da gerileme durduğunda ve parite dengeye bindiğinde yeni oluşan seviye “normalimiz” haline geliyor. Normalimiz haline gelen seviye ise her geçen gün bizim gibi dövizle iç içe bir ülke için büyük tahribatlara sebep oluyor. Bu tahribatların en başında ise üretici fiyatlarının ve buna dayalı olarak tüketici fiyatlarının artması, enflasyon ve paramızın alım gücünün hızla gerilemesi yer almaktadır.

***

Şu sıralar 5.80-5.90 bandında gezinen USD/TL kuru 5.00 seviyelerinde bile dengelense, bu seviye, ülkemizde faaliyet gösteren bir çok şirket için önemli riskler doğurmaktadır. Bu dönemlerde şirketlerin temelde iki büyük problemi vardır: 1- Bütçelenenin üstünde artan maliyet kalemlerini finanse etmek isterken likidite (nakit) problemi yaşamak, 2- Kazandığını kur farkına kaptırıp dönem sonunda kar elde edememek.

***

Bu iki problemden birincisi olan likidite sıkışıklığının çözümü, şirketlerin tasarruf moduna geçmesidir. Elektrik maliyetlerini düşürmek için önlemler almak, lojistik maliyetlerini düşürmek için tedarik zinciri yapısını değiştirmek, ilave işçi almamak, makine randumanlarını arttırarak verimlilik politikası izlemek, stoklu üretim yerine siparişe bağlı üretime geçmek, gümrük ve liman anlaşmalarını revize etmek, yurt içi – yurt dışı seyahatleri azaltıp bunun yerine mümkün olduğunca telekonferans-videokonferans seçeneğini kullanmak, reklam, temsil ağırlama gibi giderleri bir süreliğine azaltmak gibi tasarruf tedbirleri şirketlerce uygulanabilir.

***

İkinci problemin çözümüne gelince, şirketler yabancı para pozisyonlarını bu dönemlerde aylık olarak gözden geçirmelidir. Bunun için terazinin bir köşesine direkt döviz gelirlerini ve dövize endeksli TL gelirlerini koyup, diğer kısma kısa vadeli, döviz cinsinden piyasa borçlarını ve kredi-faiz borçlarını koyarak, ortaya çıkan değerin pozitif olmasına dikkat edilmelidir. Uzun vadeli kredi borçlarına şu an için odaklanmamak, önceliği kısa vadeli kredi borçların finansmanına vermek gerekir.

Eğer ki aşağıdaki hesapta sonuç negatif çıkıyorsa (X<Y);

  1. Döviz cinsinden hammadde-yardımcı hammadde alımını bir süre azaltabilirsiniz.

  2. Kısa vadeli döviz borçlarınızı uzun vadeli borç alarak yapılandırabilirsiniz.

  3. Döviz cinsinden ek kaynak arayışına gidebilirsiniz (ortak borcu / sermaye arttırımı / kredi kullanımı).

Eğer ki sonuç pozitif çıkıyorsa (X>Y) zaten dövizin artması sizi korkutmamalıdır. Sadece likidite sıkışıklığı yaşamamaya dikkat edin. Onun da çözümlerini bir önceki paragrafta belirtmiştik zaten.


 

Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz ve maalesef bazı insanlar, bir yerlerde şirket iflas haberi okusalar dıştan üzülür gibi yapıp içten içe “iyi ki benim başıma gelmedi” diyerek seviniyorlar. Unutmayalım ki hepimiz aynı gemideyiz ve bu dönemde sıkı ve doğru finans - işletme politikaları uygulamazsak elimizden tutacak kimse bulamayız. Herkese hayırlı kazançlar dilerim.