Evet, bal gibi korkuyoruz işte. Aynaya bakmaktan, özeleştiri yapmaktan, gerçeklerle karşı karşıya gelmekten korkuyoruz. Bu korkuyla yatıyor, bu korkularla kabul görüyor ve bu korkularla uyanıyor, sonra işimize bakıyoruz.

Yüzleşme korkusu hayatımızın her zerresine sinmiş durumda.

Oscar Wilde’nin buna benzer bir sözü var, o aklıma geldi yazıyorum; “İnsanın kendisiyle yüzleşmeye yüzü yoksa, başkalarının yanlışlarla oynar durur.”

Seneler öncesinin yanlışları, hataları, gerek iktidarların, gerekse bizi ve şahsım şehrini yöneten bürokratların, siyasilerin, sivil toplum kuruluşlarının (o zamanlar basının esamesi okunmazdı ve basın bu kadar güçlü değildi) hatalarına kılıp uyduruluyordu.

Bu vaziyet hatalarla yüzleşmeyi değil, hatalarla yüzsüzleşmeye kadar uzandı.

*

Daha düne kadar bu şehirde en etkili sivil toplum kuruluşunun temsilciliğini yapanlar, şimdi bakıyorum birilerinin koltuk değneği ile bir başka kurumda söz sahibi olunca, kendisiyle yüzleşmek kadar, nereden geldiğini unutup, aslında sıradan bir ticaret esnafı iken şimdi dağları ben yarattım havasında.

Ukalanın tekiydi basın camiası gözünde de…

Burnundan kıl aldırmıyor! Zaten daha önce de başında olduğu kurumu temsil noktasında yetersizdi, başarısızdı ve tepkileri, şimşekleri üzerine çekiyordu.

Bir çalım, bir çehre, bir suratsızlık! Temsil ettiği çizgiyi bir adım bile geçmekten aciz, temsil ettiği kuruma kurumsal kimlik kazandırmayı başaramamış, arkasından sözüm ona liderliğe soyunmak, her kişinin değil, er kişinin işidir.

Demem o ki, vakit saati gelince, bir yerlerde ‘oyun kurmak’ isteyenlerin harekete geçmesiyle oturduğu koltuğu sıçrama tahtası zannedenler, birilerinin koltuk değneği desteğiyle isminin başına yeniden ‘başkan’ yazdırınca, bakıyorum rolüne çok çabuk alışmış görünüyor.

Bana göre figüran. Çünkü ondan başoyuncu, yani ‘esas oğlan’ olmaz! O yetenek, o kapasite yok!

Pabucumun başkanı!!!!

*

Şahsım şehrinde mesleği, kariyeri, vasfı, isminin önemi yok kendini bu şehirden sorumlu zanneden etkin ve yetkin kimseler, birilerinin sırtına basıp, ya da birilerini maşa gibi kullanıp, tek adamlığa başladılar.

Yalnız kovboy gibi, yalnız geziyor, beyaz atlı süvari gibi her yere yalnız gidiyor, uzlaşma zemininden ve kültüründen uzak, ona buna yeşil ışık yak, mavi boncuk dağıt, telefonlara çıkma, verdiğin sözü yerine getirme, önüne çıkana bol bol vaatlerde bulun, insanlara ümit ver ama arkasında durma, talep notlarını iki metre uzaklaşmadan çöpe at, sonra da ‘ben bu şehrin hamisiym!’ diyeceksin.

Yemezler, yedirmezler adama!

Bu şehir ne çekiyorsa ‘büyük uzlaşmanın sembolü’ olmuş insanları ekarte etmede, kenara alıkoymada, kullanışlı zannedip peçete gibi çöpe atmadan çekiyor.

Sen ve senin gibiler peçede bile olamadılar!

*

Bu şehrin inşasından söz ederken, konumuz demir, çimento, kum değil sadece.  Birliktelik yok, ‘Hep beraber bir ucundan tutalım!’ anlayışı ruhumuza sinmemiş, eleştiriye kimsenin tahammülü kalmamış, uzlaşma kültürü kenarımızdan geçmiyor ve işin garibi kimse sorumluluk üstlenmediği gibi, herkes kendini bu şehrin ‘abi’si yerine koyuyor.

Bir abi vardı, onu da yaşatmadılar, barındıramadılar, şimdi kendini inzivaya kaptırmış, camiadan elini ayağını çekmiş efsane abi’yi mumla arıyorlar ama ellerine geçen yok. Bekledikleri, umdukları isim de para babası olmasına rağmen bu rolü üstelemedi, üstesinden gelemedi. Çok da hevesli görünmüyor zaten!

Şehir ondan sahipsiz!

Çapına, kareköküne, özgül ağırlığına bakmadan, ‘ben varsam siyaset var, ben varsam ticaret var!’ anlayışı egemen olunca, herkes kendine oynuyor. Kolektif hareket yok!

Zaten basın da desteği çekti sizden! Ne verdiniz de ne istiyorsunuz!

*

Bu şehrin orkestra şefine, oyun kurucuya ihtiyacı var. Dikkat edin, bu sıralar, bu mevsimde ne siyasetin tadı var, ne ticaretin. Beyaz bile kirlendiyse, bu çapsız siyasetçiler, bu ruhsuz özgül ağırlık sorunu yaşayan kariyer ve yetenek yoksunu kimseler yüzünden!

Ama iş havaya, iş çalıma, iş çehreye gelince, maşallahı var, ‘meydan okuma’da üstüne yok kimsenin!

Gazeteciye meydan oku, siyaseten muhalif ise ona da meydan oku, karşı taraftansa, bizim cenahtan değilse, bir ‘heeeyttt!’ çek, olsun bitsin!

Mahallenin kabadayısı mısın sen!

*

Bu şehir için plan, proje geliştiren, takibi için soluğu Ankara’da alan olmayınca, siyasetçisi de, gazetecisi de, iş adamı da ‘maskemi takarım, işime bakarım!’ deyişinden hareketle, yapmak, ıslah etmek kimsenin aklına gelmiyor da, mesele yıkmaya gelince, ‘üzerime adam tanımam!’ modunda herkes.

Hani bazen deriz ya üst akıl diye.

Ne üst aklı birader.

Akıl yok Maraş’ta, ne gezersin Maraş’ta!