1920 Maraş İstiklâl Harbi neredeyse her ailenin şehid ve gazi verdiği bir savaş oldu. Tabir yerindeyse Maraş için bedel ödemeyen aile kalmadı. Maraş, evlatlarına nazlandı, kucağına şehidler almadan da Maraşlıya yâr olmadı. Kimi gitti, kimi kaldı. Lakin gönderindeki al bayrağın gölgesindeki evlatlarını vatansız bırakmadı. Aşk olsun sana Maraş, Kahramanmaraş…

                Maraş Harbinin iyice kızıştığı günlerdir. Tüfek ve top mermileri, barut, duman, yangın, kar, fırtına, dondurucu soğuk, feryâd-ı figânlar, inlemeler, naralar birbirine karışmış gidiyor. Şehir her iki taraf için de cehennemî bir hâl almış. Harp; asker, çete, sivil ayırt etmiyor, herkes nasibinde olanla karşılaşıyordu.  İşte bunlardan birisi de Ulu Cami İmamı Karpuzoğlu Mehmed Efendi’nin oğlu Hakkı Efendidir. Hikâyesini M. Nejat Karpuzoğlu’ndan dinleyelim;

                Maraş Harbi başlamış ve bütün şiddetiyle devam etmektedir. Ailenin evi Büyüksu Camii’ne çok yakındır. Belki 30, belki 40 metre ancak var. Hakkı Efendi, cami avlusundadır. Ecel burada yeter. Tekke Mahallesinden atılan bir Martini tüfek kurşunu Hakkı Efendiyi oracıkta şehid eder. Daha 21 yaşındadır. Kurşun mahallede bir evden mi atıldı, yoksa Tekke Kilisesi’nden mi atıldı bilemiyoruz. Ancak o kadar mesafeden isabetli atış yapıldığına göre keskin nişancı atışı olduğu ortadadır. Hakkı Efendi’nin şehid edilişi Şeyh Ali Sezai Efendinin hatıratında da kayıt altına alınmıştır. Serdar Yakar Bey tarafından yayınlanan bu hatırat birinci elden kaynak olarak çok değerlidir.   

                Ancak ecel terzisi kefen biçmeye devam etmektedir. Kardeşinin camide şehid edildiğini duyan 28 yaşındaki bacısı Fatma Hatun da teessüründen aynı dakikalarda vefat eder. Evlatlarının acısı Ulu Cami İmamı olan babaları Mehmed Efendinin yüreğini sızlatır. Aynı acılar şehrin her yerinde sayısız yüreği sızlatmaktadır. Daha büyük acıların yaşanmaması için bu harp kazanılmalıdır ve kazanılacaktır.

                Oğlunun cenazesini elleriyle yıkayan Mehmed Efendi, her iki çocuğunun cenaze namazlarını da kendisi kıldırır. Sıra defin işlemine gelmiştir. Harbin dehşeti Şeyhadil’e cenaze götürülmesine ve defnedilmesine müsaade etmemektedir. O günlerde harp şehidleri en yakın yerlere, cami avlularına gömülmekte veya köylerden gelenlerin bir kısmının cenazesi köylerine götürülmektedir.  Harbin büyük şehidlerinden olan Göllülü Yusuf Çavuş, Tekke Kilisesi çarpışmalarında şehid olduğunda cenazesinin Göllü tarafına götürüldüğüne dair bir rivayet varsa da şu ana kadar somut bir neticeye ulaşamadım. Mezarı kayıp şehidlerimizden birisidir. İnşallah zaman içinde onun da yerini doğru olarak tespit edebiliriz.   

O dönem Ulu Cami ve civarı bir yapılar kompleksi durumunda. Neredeyse tamamına yakını Alauddevle Bey vakıfları. Ulucami, altında mezarlığı, hanı, hamamı, kapalı çarşı dediğimiz bedesteni, önünde Nebeviyye Medresesi, Taş Mescit ve müştemilatı ile Maraş’ın gerçek anlamda kalbi.

Mehmed Efendi de Ulu Cami İmamı olması hasebiyle Şeyhadil’e götüremediği evlatlarının cenazelerini en yakınına defn etmeyi uygun görür. Taş Mescit’in müştemilatından olan ve aynı zamanda Alauddevle Bey’in oğlunun da mezarı olması sebebiyle halk arasında “Şehzadeler Türbesi” diye anılan kümbet içine defnettirir. Bu haliyle bu kümbet İstiklâl Harbi şehidi Karpuzoğlu Hakkı Efendi ve onun acısına dayanamayarak vefat eden bacısı Fatma’nın da kabristanı olmuş olur.

Maraş Harbi geride bir kısmı hatırlanan, bir kısmı unutulup gitmiş çok hikâye ve dramları bırakarak gitti. Kayda girenler ise yaşamaya devam edecektir. Bu sebeple yazıya geçirilen her bir bilgi, her bir hatırat Maraş İstiklâl Mücadelesinin gerçek boyutlarıyla yazılmasında ve bilinmesinde hazine kıymeti taşımaktadır. Bizlere bu toprakları vatan olarak bırakan kahraman ve fedakâr ecdadımızı anlatmaya ve rahmetle yâd etmeye devam edeceğiz inşallah.

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.