Değerini bilmeyenin elinde elmasın molozdan, herhangi bir taştan   bir farkı yoktur. Sonuçta insanlık tarihi boyunca bulunan değerli madenlere de insanlar değer biçtiği, anlam kattığı için değerli sıfatına nail olmuştur. Altının, demirden farkını bu düşünce ve inanç ayırmıştır. Kime göre neye göre cümlesi tam da bunu anlatır. Kime göre neye göredir bir şeye verilen değer. Buradan nereye gelmek istiyorum, memleketime, memleketimin sahip olduğu onca değere rağmen hala Akdeniz in kenarında, çoğu insanın haritada yerini bulamadığı konumda olmasına. Kendi halinde, içe dönük, yuvarlanıp giden bir durumda. Yaşayan halkın üzerinde böyle bir tavır, böyle bir miskinlik var da bu onların suçu mu? Neden çevremizdeki iller bunu aşmış, biz ise hala kenara büzüşmüş, sönük bir çocuk gibi duruyoruz koca Türkiye haritasında. Bir dizi çekilir Adanalı lafı fenomen olur, portakal çiçeği festivalinde tüm ünlüler doluşur, bangır bangır medyada haberler... Başka bir dizi çekilir, Antep gastronomi turizmi ile anılır, turist akın eder. Bir TV programı yapılır, Urfa şanına şan katar. Bir yedi güzel adam dizisi çekildi, ben umuda yolculuk ettim, işte bu sefer olacak dedim. İyi sonuçlar geldi elbette, yeterli mi, hayır, sönüktü. Çok da izlenmedi ya da reklamı yapılmadı ya da dikkat çeker bir yapım olmadı. Neyse olmadı, çok ses getirmedi. Dizi çekim esnasında da zaten egolar kavga etti, öyle olmaz böyle olur, hayır olmaz orada şu olacak, olmayacak. Bırakmadık belki de işini rahat yapsın yapabilenler. Kim bilir gereken önem verilmedi, canla başla destek olunmadı. Bunun şimdi nasıl olduğu önemli değil, sonuca baktığımızda gereken gerektiği gibi yapılmadı demek ki. Sonuç da bu oldu.

***

Hani şairler ve yazarlar kısaca kültür kentiyiz. Ne oldu, neden olmadı bilmiyorum, UNESCO yaratıcı şehirler (Creative Cities Network) ağına giremedik. Hazırlık ve başvuru sürecinde Cumhurbaşkanımızın da bunu çok istediği söylendi. Bir iki toplantıya ben de çağırıldım ama çok da olaydan habersizdim. Çünkü çalışmalar kimlerle yürütüldü neler yapıldı bilmiyorum. Malum bizim memlekette kadınlar ne yaparsa yapsın, başarılı oldukları konumda dahi çok da önemsenmez, sen hele git elinin hamuru ile evde börek aç zihniyeti ile bakarlar. Sanırım gene öyle oldu ama biz evde hem börek açarız hem yazarız, okuruz, entelektüel camiadan da kopmayız. Bu süreçte benden de kentin edebi ve kültürel hayatına dair yaptığım çalışmalar istendi. Dernek faaliyetlerim, kültürel projelerim ve aktivitelerim, yazdıklarım çizdiklerim ve bunlarla ilgili çalışmalarım, kısaca bu kente kattığımı düşündükleri hizmetlerimin kanıtı 14 sayfa kadar bir rapor hazırlayıp gönderdim. Elimden geleni yaptım diyelim.  Neyse olan oldu. Yani kültür kenti, yazarlar şairler kenti olarak tescillenemedi. Biz ülkemizde çeşitli sebeplerden buna layık görülen kentlerimizle gurur duyalım, en azından onlar bu işi becerdi.

***

Coğrafyası olağan üstü bir şehir Kahramanmaraş. Peki kim biliyor, sadece biz. Son yıllarda popüler olan Halfeti ye ben de gittim. Öyle reklam yapıldı ki tur şirketleri programlarına sıklıkla aldılar.  Gaziantep ile Şanlı Urfa sınır çizgilerinin birleştiği yerde, Bilecik Barajı’nın yapılması ile sular altında kalmış bir yerleşim alanı. Gaziantep burayı turistik hale getirmiş. Elbette batık bir yerleşim alanı olması, kayadan eski evleri ile dikkat çekici. Lakin birkaç derme çatma tekne, çadırdan bozma birkaç hediyelik eşya satan mekândan başka hatırı sayılır bir yer yok. Dinlenmek, çay kahve içmek için nezih bir ortam bulamazsınız yani. Coğrafi olarak da çok özel değil. İlk gittiğimde yaz mevsimiydi, görür görmez burası mı bunca turist çeken yer, Maraş’ta bunun misli misli güzel ve cazip yerler var dedim. Ve hayal ettim, bizim Ali kayasından Zeytin Ilıcası’na yapılacak bir tekne turu, sonrasında kaplıca sefası, Ilıca’nın kendine has organik ürettiği olağanüstü ürünlerinden, etinden yapılmış bir eli böğründe yemek güzel olmaz mıydı… Dahası oradan yüzlerce yıllık ipek yolunu takip ederek Kısık vadisini, gizli güzellikteki kanyonu ve Savruk Şelalesi’ni gezmek iyi bir tur programı olmaz mıydı…2 KM Ötedeki Zeytin Köyü’ndeki Ermeni kalıntılarından bahsetmedim henüz. Tarih, doğa gastronomi daha birçok şey katabilirsiniz turizm için. Un var şeker var yağ var ama helva yok. Yıllarca bunu düşündü belki benim gibi birçok vatandaş. Malum vatandaş her seçim zamanı sandık başında bu memleketi siyasilere emanet ediyor. Bizim yerimize düşünsün, hayal etsin, güzel projelerle memleketi güzelleştirsin, kalkındırsın diye.  Biz her şeyi devletten bekleyen bir millet değiliz, bu anlamda vatandaşın önünü açıp destek de olunabilirdi. Yerli halk elindeki pansiyonu bin bir zorlukla işletmeye çalışıyor. Küçücük bir çarşısında esnaf batmamak için mücadele ediyor, sade köylü vatandaş birkaç domates, biber satarak turizmi ayakta tutmaya çalışıyor. Biz soba başında babaanne masallarıyla büyüyen nesil olduğumuzdan, hep bir dahaki masalı merak ettik durduk. Bin bir gece masalları dinledik yıllar içinde. Bugünlerde gazete ve medyada Zeytin Ilıcası ile ilgili haberler okuyorum. Yeni bir sağlık tesisi kurulacakmış, en büyük ihtiyaçtı, süper dedik görünce. Ben, yeni bir arazide şöyle güzel fonksiyonel yeni bir termal tesis yapılacak zannettim. Meğer eski hamamın yerine yapılacak, tadilat falan filanmış. Tam da anlaşılmadı haberler, açıklayıcı aydınlatıcı değildi. Oysa oranın halkı yıllardır mezbelelik olmuş bu termal hazineye sahip çıkılsın diye bas bas bağırdı, duyan olmadı. Hep beş yıldızlı bir otel, kapsamlı bir termal sağlık tesisi hayali kurdu da kurdu. İşte masallarda da hep bu vardı ama bir türlü Şehrazat masalın sonunu getiremedi. Şehrazat ı bilirsiniz, bin bir gece masallarının anlatıcısı kadın kahraman. Bin yıl önce, Şehrazat kocası İran şahı Şehriyar a kendini öldürmesin diye her gece bir masal anlatırdı. Gündüz masal anlatılmaz der Şehrazat ve diğer gece masala devam ederdi. Şehriyar da masalın sonunu merak ettiği için Şehrazat ı öldürmezdi. Bu yıllar sürer en sonunda Şehrazat ölmekten kurtulur, kısaca böyledir bin bir gece masallarının çıkış hikayesi. Bizde de bin bir gündüz masalları var. Bir gün bir beyaz atlı prenses ya da prens gelir de bu memleket şaha kalkar. Bu memleket taşıyla toprağıyla değer kazanır. Bu memleket harika doğası, dağları, yer altı yer üstü zenginlikleriyle hak ettiği değeri bulur. Çevre illerden dağlarına, derelerine, köylerine, kaplıcalarına, içme sularına gelen vatandaşlar da yapılan tesisler, emek edilen lokasyonlar sayesinde rahat eder ve gittikleri yerde reklam yapar. Bu hak edişini alamayan memleket tanınır, maddi ve manevi kazancına kavuşur inşallah. Ne dersiniz olur mu? Yoksa gelen gidenin ardından borç bıraktı, bize verilen bütçe yetmedi, bir sürü bahanelerle gene masallar mı dinleriz. İnsan isterse bir çıkış yolu bulur. Yeter ki gönlünü yaptığı işe koysun. Öyle koltukta konaklayıp gideceğin günü beklemeyle bir yere varılmaz. Yok amaç şanına şöhret katmak, bir zamanlar da şehrin Şehriyarıydım demek içinse malum durum uygundur.