Geçen haftaki “Neoliberalizm ve Tarım” başlıklı yazımda Türk tarımının hangi model ile çalıştığını ortaya koymaya çalışmıştım. Uygulamada 1980’lerde başlayarak neoliberal politikalar etkili olmuştur. Bundan dolayı tarımdaki mevcut durumu izah etmek için neoliberal tarım politikalarını sorumlu tutmak eğilimi vardır. Bu sorumlu tutma iddiası cari dönemi aşarak Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini de kapsamaktadır. İsterseniz bu iddialara kısaca bir göz atalım.

Çökerten

Bir kesime göre mevcut ekonomik durumun sorumlusu bellidir:

“Sorumlu serbest piyasa” (Reyhan U. 08.06.2022, Aydınlık).

“Türkiye’nin sorunu, ekonomide liberalizm ezberini, aşamamasıdır. Enflasyonun, işsizliğin, bir türlü önlenemediği bir süreçte, kamuculuğa, planlamaya, halkçı-devletçi ekonomiye yönelmek yerine, ısrarla özelleştirme yapmak, kamu arazilerini satmak, bu ezberin ne denli güçlü olduğunun kanıtıdır.” (Doster, 04.06.2022, Cumhuriyet)

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre ise “…Dünyadaki kapitalizm yani liberal politikalar sistem olarak bitmiştir…”(1 Haziran 2022 tarihli gazeteler)…

Bu örnekler uzatılabilir. Bu görüşü savunanlara göre Neo-liberalizm bitmiştir, liberalizm tam bir çökerten otudur, tüm hastalıkların müsebbibidir. Bu düşüncelerin savunucular bugünü değil Osmanlıdaki çöküşü bile liberalleşmeye bağladığını hatırlamakta fayda vardır.

Osmanlı

Osmanlı ekonomisinin liberalleşmesi (ticaret serbestisinin yabancılara sunulması, toprakta özel mülkiyetin hukuki temele kavuşması ve özel sermayenin engellerinden kurtulması) sonucunda Osmanlı memleketi o güne dek tanımadığı bir soygun ve sömürünün pençesine düştü (Cem, İ. Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, S. 209). Osmanlıyı çökerten en büyük etken, devlet mülkiyetinin zayıflaması ve akabinde özel teşebbüsün güçlenmesidir

Bu düşünceyi savunanlara göre (yukarda aktardım) gerek Osmanlının gerekse günümüz sorunlarının müsebbibi serbest piyasadır.

İddialar böyle! O zaman şu soru sorulmalı: Kamucu politikalar tarım sektörü (Ekonomi veya diğer alanlar içinde sorulabilir) için derde derman olabilir mi?

Bu suali anlamak için kısa bir inceleme yapalım.

Devletçilik

Devletçilik (İng. statism) devleti tüm toplumsal-siyasal işlevlerin düzenleyicisi olarak gören, özellikle de devletin ekonomiye karışmasını, mal ve hizmetleri doğrudan doğruya üretmesini, üretmediği yerde de denetlemesini öngören yaklaşımdır. Devletçiliğin son yüzyılda en yoğun uygulaması Sovyet deneyiminde Rusya’da gözlemlendi. Rusya’da uzun yıllar etkili olan komünist rejim ilk dönemlerinde kalkınmada tarıma dayanmayı da öncelemişti.

Komünizm (İng. communism) toplumsal sınıf ayrımının olmadığı, ekonomideki üretim, dağıtım ve bölüşümle ilgili kararları “merkezi planlamanın aldığı, serbest piyasa kurallarının işlemediği” siyasal ve ekonomik sistemdir. Komünizm düşünce kaynağı olarak Karl Marks, Friedrich Engels ve Vladimir Ilich Lenin olan, insan toplumunun, üretici kesimlerin ekonomik kaynaklar üzerindeki ortak denetimi temelinde örgütlenmesine dayanan siyasal düşünceleri benimsemektedir.

Marksist görüşe göre, başta üretim ve tüketim olmak üzere bütün ekonomik-toplumsal ilişkilerin gönüllü paylaşımcılığa dayanacağı, devletin ve sınırların olmayacağı, bolluk ve barışın egemen olacağı bir düzen kurulacaktır. Bu düşünceleri gerçekleştirilmesi çok zor bir ütopyalar olarak nitelendirmek mümkündür. Bu görüş uygulamacıları kamuculuk (devlet) yok derken en katı devletçiliği yapmıştır.

Kamucu anlayışın çok sert uygulamaları 20. Yüzyılda gözlemlendi. Günümüzde az sayıda ülkede hala var. Bunlara bir deney gibi bakılsa bu katı (önyargılı) düşünceler savunabilirler mi? Deney gibi bakarsak neoliberalizm ve kamuculuğun kimlere azami fayda sağlarken kimleri mağdur ettiği daha açık görülecektir. Şimdilik burada bırakarak bu konuya devam edelim

Son söz: Kelin ilacı işe yarasa kendi başına sürer.