Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ilkokullar, köy okulları, 8. ve 12. sınıflar ile özel gereksinimli çocukların okullarında yüz yüze eğitimin 12 Ekim Pazartesi başlayacağını bildirmişti. Bakan Selçuk, Twitter'dan "#okullaracılıyor" etiketi ile yaptığı paylaşımda, okullarda daha çok öğrenciyle buluşmanın mutluluğunu yaşadıklarını ifade etti. Yaşanan bu gelişmeler sonrası ise Eğitimci Prof. Dr. İsmail Güvenç, konuyla ilgili gazetemize açıklamalarda bulundu. Birçok branşta gelecekte de online eğitime yer vermenin gerekliliğinden bahseden Güvenç, “Ama meslek liseleri gibi üniversitelerde tıp fakültesi gibi mühendislik fakülteleri gibi branşlarda da uygulamalı eğitim yapmak lazım. Özellikle bilgi aktarımını esas alan derslerde online eğitim verilmesi mümkün. Dolayısıyla gelecekte online eğitimle yüz yüze eğitimin birlikte olduğu bir karma eğitim daha gerçekçi olabilir. Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, Sağlık Bakanlığı zaten mevcut şartlarda yapılabileceklerin en iyisini yapmaya gayret ediyorlar. Vatandaşlarımızın, öğrencilerimizin, velilerimizin sorumluluk içerisinde yetkililerin belirlediği kurallara uyarak bu süreci atlatmaya çalışmamız lazım” şeklinde konuştu.

“ONLİNE EĞİTİMİN KARMA EĞİTİM MODELİNDE KULLANILACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM”
Güvenç, konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi: “Toplumu değişime zorlayan faktörlerden bir tanesi de teknolojideki gelişmelerdir. Yani siz bundan 20-30 yıl önce tarlarınızı sapanla sürüyordunuz, şu anda traktörle sürüyorsunuz. İstesek de istemesek de değişim kaçınılmazdı. Bundan 20-30 yıl sonra belki biz bu online eğitimi yapmak zorunda kalacaktık. Ama pandemi bize bunu zorladı. Zorlayıcı bir faktör oldu. Gelecekte de kısa dönemde tekrar yüz yüze eğitime dönmüş olsak bile uzun vade de online eğitimin karma eğitim modelinde kullanılacağını düşünüyorum. Birçok uzmanda bunu tahmin ediyor.

HUMBOLDT MODELİ
Humboldt modeli, modern yaşamdaki refahımız ve ‘Aydınlanmış’ düşünce tarzımızın temelini oluşturarak başarılı olmuştur. Ancak Wissema 2009’a göre mevcut üniversite modelini, “Öğrenci sayısındaki artış, üniversite işletmeciliğinin artan maliyeti, küreselleşme, disiplinler arası araştırma, araştırmaların artan maliyeti, özel araştırma enstitülerinin ortaya çıkışı üniversitelerin ekonomik etkinliğin beşiği olması, endüstri ile işbirliği ve girişimciliğin yükselişi gibi nedenler değişime zorlanmaktadır. Bu sorunlar tüm ülkelerde ortak bir sorun olarak ortaya çıkmayabilir. Ancak bu düşüncelerden yararlanarak Türkiye’de mevcut üniversiteleri değişimi zorlayan nedenleri irdelememiz mümkündür.

“17 MİLYON CİVARINDA ÖĞRENCİ, BİR MİLYON ÖĞRETMENİMİZ VAR”
Ülkemizde ilkokul, ortaokul ve liselerde toplam 17 milyon civarında öğrenci ve bir milyon öğretmen bulunmaktadır. Üniversitelerde ise 160-170 bin akademik personel ve 7-8 milyon kadar öğrenci mevcuttur. Bu sayılar bazı Avrupa ülkelerinin nüfusundan çok daha yüksektir. Ülkemizde eğitim konusu incelendiğinde devasa bir toplumsal kesim akla gelmektedir. Bu yüksek talep örgün eğitimde yeni arayışlara neden olmuştur. Nitekim farklı yöntemlerin kullanıldığı uzaktan eğitim, e-eğitim, açık öğretim gibi paralel eğitimlere yer verilmeye başlanmıştır. Öğrenci sayısının artması eğiticilerin öğrencilere yeterince zaman ayırmadığı eleştirilerine de neden olmaktadır. Ülkemizde üniversiteye giriş sınavları yıllardan beri çoktan seçmeli testler halinde yapılmaktadır. Eğitim kurumlarında değerlendirme sınavlarında da test yöntemi yaygınlaşmaktadır. Bu durum yeni neslin ‘Testle tost arasında kaldığı’ eleştirilerinin yapılmasına neden olmaktadır. Son günlerde sınavlarda açık uçlu sorular sorulacağı açıklamaları bu tepkileri azaltmaya yöneliktir.

“ÜNİVERSİTE MEZUNLARININ YÜZDE 20-30’NUN İŞSİZ KALMASI MUKADDERDİR”
Türkiye’de üniversitelerden ortalama olarak yılda bir milyon 200 bin öğrenci mezun olmaktadır. Türkiye’nin iş üretme kapasitesi ise bir milyondan daha az, yıllık istihdam imkânı 700-800 bin kadardır. Dolayısıyla üniversite mezunlarının yüzde 20-30’nun işsiz kalması mukadderdir. Bu verilere göre üniversite mezunlarının iş bulma imkânı oldukça zordur. Değişimi zorlayan sebepler arasında bundan sonra inceleyeceğimiz girişimciliğin yükselmesi, ekonomik etkinliğin beşiği olarak üniversiteler görülmesi ve endüstri ile işbirliği Humbolt tipi üniversitenin önündeki fırsatlar olarak da görülebilir.

“DÜNYANIN EKONOMİK VE KÜLTÜREL ŞARTLARI GİRİŞİMCİLİĞİ TEŞVİK ETMEKTEDİR”
Girişimcilik 1980 sonrası Türk toplumu tarafından artan şekilde benimsenmeye başlanmıştır. Zaten yaşadığımız dünyanın ekonomik ve kültürel şartları girişimciliği teşvik etmektedir. Hemen hemen her üniversitede işletme ve ekonomi ile ilgili bölümler, sürekli eğitim merkezlerinde sertifika açılmaya başlanmıştır. Üniversitelerde girişimcilik dersleri farklı bölümlerin müfredatına dâhil edilmiştir. Sonuçta bu derslerin alan veya sertifikaya sahip olan girişimciler KOSGEP kredileri ile desteklenmektedir. Üniversitelerde iş çevreleri ile yakın ilişki için merkezler kurulmuştur.

“ÜNİVERSİTELERDE BİRÇOK BİRİM KURULDU”
ABD üniversitelerinin bağımsız veya iş dünyası ile birlikte ortaya koydukları başarı dünyadaki diğer üniversiteleri de etkilemiştir. MIT ve Stanford Üniversitesi gibi Amerikan üniversitelerinden yeni bilişim teknolojisi şirketlerin ortaya çıkması, üniversitelerin teknoloji temelli girişim kümelerinin beşiği olabileceğini gösterdi. Böylece dünyanın farklı yerlerindeki üniversiteler veya akademisyenler pazara yönelmiş akademik kurumların ekonomiye ve istihdama getirdikleri büyük yararı örnek almaya başladılar. Bu gelişmeler ülkemizde de birçok üniversitede Teknokent vb. birimlerin kurulmasında teşvik edici oldu.

BİLGİNİN EKONOMİK DEĞERE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ ETİK BİR SORUN OLARAK ALGILANMAMALIDIR”
Kültürümüzden kaynaklanan nedenlerle bilginin ekonomik değere dönüştürülmesi etik bir sorun olarak algılanmamalıdır. Bu konuda ABD Başkanlarından Abraham Lincoln’ün aydınlatıcı bir sözü hatırlanmalıdır: “Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.” Fikir ürünlerinin de terleme ile üretilen değerler kadar kutsal olduğu dikkate alınmalıdır.

“ÜNİVERSİTE NİTELİKLİ UZMANLARA İŞ DÜNYASININ İSE SERMAYEYE İHTİYACI VAR”
Üniversite nitelikli uzmanlara ve yeni bilgi üretebilme potansiyeline; iş dünyası ise sermaye, uygulama alanları ve üretimde çözüm bekleyen sorunlara sahiptir. Wissema bazı şirketlerin temel düzeyde bazı bilimsel sonuçlara ihtiyaç duyması nedeniyle temel bilimsel araştırmalar düzeyinde üniversitelerle iş birliği yapmaları gerektiğine dikkat çekmektedir. Ülkemizde de bu anlamda örneklere rastlamak mümkündür.

“KÜRESELLEŞME ÜNİVERSİTELERİ DEĞİŞİME ZORLADI”
Eğitim bireysel ve toplumsal boyutlarının yanı sıra küresel hedefleri boyutuyla da ele alınır olmuştur. Küreselleşme uluslararası düzlemde yaygınlaşmış iktisadi etkinliklerin işlevsel anlamda birbirlerine eklenmesi olarak açıklanmaktadır. Küreselleşme üniversiteleri de etkilemiş durumdadır. Şöyle ki iş, eğitim veya seyahat gibi nedenlerle başka insanlarla bir arada bulunma kültürleri tanıma ve ortak bir iletişim dilini öğrenmeye zorunlu kılmıştır. Günümüzde İngilizce, kısmen internet nedeniyle iletişim ve bilgi kaynaklarına erişimde evrensel ortak bir dil haline geldi. Öğrenciler arasında kendi ülkesinin dışındaki üniversitelerde öğrenim görmek arttı. Akademisyenler ise daha hareketli oldu. Bazı üniversitelerde dersler İngilizce verilmek zorunda kalındı. Bu gelişmeler küresel rekabeti artırdı. Sonuçta küreselleşme üniversiteleri değişime zorlayan bir faktör olarak karşımıza çıktı.

“KÜRESELLEŞMEDE TEKNOLOKİ VE BİLGİ ÖNEMLİ ROL OYNADI”
Küreselleşmeyi ortaya çıkaran yâda hızlandıran kavramlar arasında ‘teknoloji’, ve ‘bilgi’ kavramları önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü küreselleşmenin en önemli araçlarından birisi teknolojidir. Üniversitelerde de değişimi zorlayan güçlerden birisi de sürekli gelişen yeni teknolojidir. Bu bağlamda modern eğitim sistemlerini ve üniversiteleri etkileyen iki ana faktör teknoloji ve bilgidir. Küreselleşme sürecinin üniversitelerin gelişimini etkilemesi, bilginin yeri ve anlamının değişimi ve bilgi üretim süreçlerinin farklılaşması ile de ilişkilidir. Bilgi, günümüzde üretim sürecine yardımcı bir faktör olmaktan çıkmış bilgi üretiminin kendisi bir endüstri haline gelmiştir.

EĞİTİMİN AMAÇLARI BENİMSENEN FELSEFEYE GÖRE BİLİNÇLENMEKTEDİR”
Eğitim açısından küreselleşme bireylere farklı ülkelerde iş ve meslek icrası yapabilme, sosyal bir hayatı sürdürme özelliği kazandırılmasıdır. Küreselleşme ile eğitimde daha fazla düşünme, tartışma, araştırma ve değerlendirme fırsatı yaratılmalı; derinliğine anlama ve eleştirel düşünme öğretilmeli; öğrenmeyi öğrenme özelliği kazandırılmalı; farklı zekâ ve yeteneklere uygun eğitim imkânı verilmelidir. Eğitimin amaçları, içeriği, öğretim yöntemleri benimsenen felsefeye göre bilinçlenmektedir. Ülkemizde son yıllarda eğitimde yapılan iyileştirme çalışmalarında bunun açık etkisini görmek mümkündür. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitiminin felsefi temellerinin yararcı felsefeye ve onun eğitimdeki karşılığı olan ilerlemecilik akımına dayandığı konunun uzmanlarınca da ifade edilmektedir. Buna göre gelecekte eğitim sisteminin şekillenmesinde hâlihazırda da etkili olan ilerlemeci ve yeniden yapılanmacılık yaklaşımlarına dayalı politikalar etkili olmaya devam edecektir.

“BİLGİ TOPLUMU EĞİTİM MODELİ”
Önceki asırlarda bilgi üretiminin az ve bilgiye erişimin kısıtlı olması eğitimde daha az değişime neden olmaktaydı. Bilgi üretiminin çoğalması, bilgiye erişimin hızlı ve kolay olması mevcut eğitim sisteminde yenilenmeyi zorlamaktadır. Türk eğitim sistemi ikinci endüstriyel devrimin, yeni sanayi toplumunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere örgütlemiş bir eğitim modeline sahiptir. Dördüncü dalga endüstriyel devrimin teknik altyapısını ve nitelikli işgücünü tesis edebilmek için, bu eğitim modelinin terk edilerek “Bilgi toplumu eğitim modeline” geçilmelidir.”

Haber: Emre Akkış

Editör: Mahmut Beyaz