Özel idare İş merkezi yani namı diğer dünyanın en saçma binası 1994 yılında şehrin en güzide noktası olan Trabzon Caddesi nin tam ortasına inşa edildi. Böylesi saçma bir mimariye kimler onay verdi, bu projeyi çizen mimarın hiç mi estetik gözü yoktu… O zamanın şartlarında bu kadar büyük bir bina gerekli miydi… Yıllardır halkın kafasında dönüp durdu bu sorular. Ama her zamanki gibi soru, yorum, dedikodu olarak kaldı. Birileri yaptım ve oldu dedi arka cephede. Aradan otuz yıl geçti, bina şehrin en önemli lokasyonlarından  birinde olması hasebiyle adres tariflerine hedef oldu, buluşma noktası oldu, zaman zaman çeşitli kurum , kuruluş ve STK ların etkinlik alanı oldu. Yani oldu da oldu…

Aslında, fark etmeden halkın gözünde gönlünde ilk yapıldığı yıllara rağmen kabul ve sempati kazandı. Sonra yurt sınırlarını da aştı, Google arama motorunda dünyanın en saçma binası yazıldığında çıkmaya başladı. Orada da bir yer edinmişti süreç içinde. Şehir merkezinde gezen turistleri,  dondurma ellerinde bina önünde resim çektirirken görmeye  başlamış, gülümseyerek izlemiştik.

      Ez cümle alışmıştık bu acaip, ucube, çirkin binaya. Neredeyse bu bina bizim şehrimize aittir diye Türk Patent Enstitüsü Coğrafi işaret tescili bile alacaktık. Tabii bu düşünce bana ait bir ironidir. Şimdi birileri ciddiye alır da mevzuyu izaha mecbur kalırız.

      Durum böyleyken işte böyle oldu diye torunlarımıza anlatacağımız bir hikâye daha zihinlerimizde yerini aldı kısaca. Çünkü Google babadan hiçbir iz silinmiyor, onlarda bir gün görecek ve bize soracaklar, sen gördün mü, nasıldı, ne oldu diye. Sonuçta sadece insanlar iz bırakmaz, binalarda iz bırakır.   Biz millet olarak alışığız da yalnız Kahramanmaraşlılar olarak daha bir alışığız. Neye mi. Hatırlarsınız, her yerel yönetim değiştiğinde ertesi gün yeni olmasına rağmen kaldırım taşları sökülüp yerine yenleri yapılmaya başlanır, dolayısıyla şehir baştan şöyle bir elden geçirilirdi, kadınların her kış sonu yaptığı bahar temizliği misali. Öyle hale gelmişti ki aramızda bahse bile giriyorduk, bence bu sefer şu renk yapılacak diye. Neyse son yıllarda hiç olmazsa böyle ufak kaldırım taşlarıyla uğraşanlar yok. Yaptık oldu, yıktık oldu ağa da benim paşa da, bana hep bu duyguyu uyandırdı yıllar içinde yapılanlar. Hep böyle olmadı mı, biz aklı selim insanlara aşığız, olmayanlara da vatanın huzuru için sabreden bir milletiz. Öyle olduk tarih boyunca. Halkın ihtiyacı, paşanın kararı, olması gereken, birinin yüce menfaati için oldurulmaya çalışılan…  Gelirken kurulan hayaller, gelince yaşanılan hayatlar. Siz anladınız, mevzu derin biraz da karışık. Varsın öyle olsun, yüce adalet bu milletin terazisini hep özel nizamla kurar.  Gelelim şu gurube binanın yıkılmasına. Şehirlerin de ruhu vardır tıpkı insanlar gibi. İnsanların yaşanmışlıkları yüzlerindeki çizgilerden, şehirlerin yaşanmışlıkları sokaklarındaki mimarinin ne kadar eski olduğundan anlaşılır. En azından ben öyle düşünüyorum, siz ne dersiniz bilmem.

Bin bir emekle inşa edilen binalar, yıllar içerisinde getirdiği yaşanmışlıkları anımsatmalı, şehrin ruhunu oluşturmalı, uzun vadede o şehre hizmet etmeli değil mi. Doya doya yaşanmış gelip geçmiş yılları o kentin sokaklarında gezerken mistik duygularla derinden hissedersiniz. Ben biraz böyleyim, gittiğim ülkede, şehirde önce oranın en eski yerleşim alanını, sokaklarını gezerim. Gezerken ülkenin ruhunu eski sokaklardan anlamaya çalışırım. İnsanını, doğasını, kültürel ve sosyal yapısını bu sokaklardan özümserim, hissederim.   Avrupa da hangi şehre giderseniz gidin, merkezde en genç bina minimum üç yüz seneliktir. En güzeli de en çirkini de. Bizim değil kamusal binalarımız, oturduğumuz evler bile yirmi yılını tamamlamadan geri dönüşüme alınıyor. Bu binaların ömrü bu kadar kısa sürecekse neden yapılır, neden bu kadar kötü, bu kadar dayanaksız inşa edilir. Böylesine zengin bir ülke miyiz, aksine.  Bu kadar ün yapmış bir yapı dönüştürülüp turistlere hizmet edecek hale getirilemez miydi? Etrafındaki binaların siluetini bozuyormuş, etrafında güzel bir bina mı var, yoksa sahil boyu yalılar, kasırlar vs. Neyi bozacak. Fonksiyonel değilmiş, o zaman fonksiyonel olabilecek projeler düşünelim. Bir iş adamı bana verin turistik otel yapayım demiş, üstüne hatırı sayılır da para teklif etmiş. Olabilir miydi, neden olmasın. Hazır tanındı bina buradan yola çıkılabilirdi.

Kış mevsimindeyiz, Yedi Kuyular Kayak Merkezi çevre illerden olağanüstü turist çekiyor, turlar programlarında burayı güncelledi. Yazın Güneydoğu, Mardin, Urfa, Gaziantep turlarının gelip geçerken uğrak yeri oldu Yaşar Pastanesi. Dondurma molası vermek eğlenceli bir aksiyon oldu tur şirketlerine.  Ne güzel, karşısında da çirkin bina var. Bu anlamda elbette bir şeyler yapılabilirdi diye düşünüyorum. Otuz yıldır bu bina hep fonksiyonel değildi, kimse demedi mi şu binayı da fonksiyonel bir hale getirelim. Yapıldığından beri hep boş, hep mezbelelik gibi. İnanın bu özelliğinden dolayı bile ün yaptı. Gözümüzün önünde koca bir çıban, biz etrafa o çıbanın ardından baktık, ne ilginç. Gelmiş geçmiş koca bir otuz yıl. O yıl doğan çocuklar koca koca adamlar, kadınlar oldu kimse o binanın gereksizliğini fark etmedi. Asıl beni düşündüren bu. Bir şeyin farkına varmak için neden çeyrek asır bekliyoruz, bu da kafamı karıştıran bir nokta. Saçma binanın da içinde bulunduğu kırk dönümlük arazide kent meydanı projesi için bu bina yıkılmak zorundaymış. Kapladığı alan bazında düşünürsek yapılacak projeye ne kadar engel olabilir ki. Proje buna göre tasarlanamaz mıydı. Sonuç olarak dönüştürülmesinden ziyade yıkılmasının yanlış olduğunu düşünüyorum.