Gazetecinin biri, belli bir yaşa gelince, günahlarından arınmak için kutsal topraklara, Kabe’ye gitme kararı almış. Karar vermiş ama tabi eşinden dostundan, çevresinden helallik dilemek de gerekiyor. Ne olur ne olmaz, gidip de dönmemek var!

Ailesinden başlamış, akrabalarını ziyaret ederek helallik dilemiş.

Eh, tabi gazeteci olunca iş dünyasından, meslektaşlarından, sivil toplum kurulu kanaat önderlerinden de helallik dilmemek olmaz.

Onları da yerine getirmiş. Gönlü rahat.

*

Sonra kendi kendine; “Yahu mesleğim gereği ben en çok da siyasilerle içli dışlı oldum, onlarla da helallik dilemem gerekiyor. Neticede zaman zaman beraberliklerimiz oldu!” düşüncesinden yola çıkarak önce X partisinin il başkanına uğramış, “Hakkını helal et, Kabe’ye gidiyorum!” demiş.

X Partisinin il başkanı, “Hayır olmaz!” demiş. “Ben de çok pirü pak biri değilim. Beni de götürürsen hakkımı helal ederim, yoksa yok!” cevabını alınca, mecburen onu da götürmeye karar vermiş!

*

Partinin il başkanı olur da, milletvekili olmaz mı. Nihayetinde bir şekilde birlikte olmuşlar, gezmişler, ekmek yemişler. “Kutsal topraklara, Kabe’ye gitme kararı aldım, hakkını helal et!” demiş B partisi milletvekiline.

Milletvekili, herhalde gazeteciyi çok seviyor olmalı ki, “Hayır, olmaz!” demiş. “Haberlerimizi yaptın, tuz ekmek oldu, beni de götürürsen helal ederim!” deyince mecburen hem X Partisinin il başkanının, hem de B partisinin milletvekili ile Kâbe’ye gitmek için hazırlık içinde olmuş.

Tam yola çıkacaklarken, haysiyet yoksunu, ağzı bozuk ve pavyon fedaisi tavırları ile bilinen bir Y Partisinin belediye başkanı çıkmış önlerine. “Ne olur, beni de götürün. Ben de çok günah işledim, ancak yalvarıp günahlarımdan arınmam lazım!” deyince ister istemez onu da almışlar aralarına. 

*

Gitmişler Kâbe’ye, tavaf vermişler, yüce Yaradan’a dua etmişler. Bu arada hemen sağında olan X Partisinin il başkanının fısıldayan sesle; “Allah’ım, biliyorum, çok günah işledim. Seçmenime, partili arkadaşlarıma çok yalan söyledim, onları aldattım. Huzuruna geldim, beni bağışla, affet!” dediğini duymuş.

Gazeteci lahavle çekmiş!

Solunda oturan ve ellerini duaya açan B partisinin milletvekilinin de fısıltı halindeki duasına kulak vermiş, “Allah’ım huzuruna geldik. Biliyorum, günahımız çok. Bu insanlara birçok vaadlerde bulundum, ama hiçbirini yerine getiremedim. Kim ne dediyse, ‘tamam, o iş bende, merak etme’ diye umut verdim. Herkese yeşil ışık yaktım, herkese pembe gülücükler dağıttım, olmayacak dualara amin dedim, insanları, özellikle seçmenlerimi kandırdım, ne olur, beni bağışla, beni affet!” dediğini duymuş.

*

Derken, hemen arkalarında olan haysiyetsiz belediye başkanı fısıltı halinde, “Rabbim, biliyorum günahım çok. Halkıma eziyet ettim, bir hizmet etmedim. Ağzım bozuk, küfürler savurdum, en yakınlarımın kalbini kırdım. Kırdığım cevizin haddi hesabı yok. çok düzgün, sağlam biri değilim, ne olur beni de affet, beni de bağışla!” diye yalvarınca, bunları duyan gazeteci bir kere daha lahavle çektikten sonra Allah’a yalvarmış, “Yüce Rabbim, bu sahtekarları, bu yalancı siyasetçileri beraberimde, senin huzuruna getirdiğim için sen de beni bağışla, beni affet”

*

Bu bir fıkra, biri hikâye.

Ne anladıysanız size kalmış. Ben yazdım, siz içinden ders çıkartacaksanız, mesaj alacaksanız, keyfinize kalmış. Ha, birileri bu mesajı iyi okur mu, ders çıkartır mı, üzerine alır mı, kendi bilecekleri şey! Ben masumum, ben suçsuzum!

Ve de…

Keyfinize müdahale edecek değilim.