Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, alemlerin Rabbi Allah’adır. Salat ve selam Efendimiz Hz. Muhammed’in, sahabelerinin ve tüm müminlerin üzerine olsun.
Değerli Müslümanlar, Hz Muhammed Mustafa (sav)'in aziz ümmeti. Kelime-i tevhidin, “La ilahe illallah Muhammedu-r Rasulullahi” demenin gerekliliği onun yaşanılmasındadır. Eğer yaşanılmayan bir tevhid anlayışı varsa muhakkak bunda mesuliyet vardır. Her kim ki bu kelime-i tevhidi getirir de bunun emirlerine muhalefet ederse, yani Hz Allah'a muhalefet ederse, yani Hz Muhammed Mustafa (sav)'in dediğini yerine getirmezse elbette ki o insan mesuldur. Onun için, bizler o mesuliyet dairesinde kendimizi tanımalıyız. İşte bizler, bu mesuliyet dairesinde kendimizi tanıdığımız gibi, Hz Muhammed Mustafa (sav)'in ümmeti olma noktasındaki şerefi de elde etmemiz, onun şefaatini de kaçırmamamız gerekir. Onun sevgisini de kaçırmamak gerekir. Ona layık ümmet anlayışını da kaybetmemek gerekir. Onun için, ne mutlu ki sizlere ve bizlere, hem bu kelime-i tevhidle müşerref olmuşuz hem de bu dört duvar dairesindeki cami ve mescit ruhuyla da ruh almışız, şuur almışız.
Ancak, muhakkak ki bizler birbirimizi teskin etme, birbirimize nasihat etme, birbirimizi uyarma noktasında da birbirimizden sorumluyuz. İşte bizler de âcizane ve fakirane bu kürsüde, önce kendi nefsimize, daha sonra sizlere Rasulullah (sav)’e layık ümmet olabilme noktası nedir, nasıl olmalıdır? Bu noktada birbirimizi nasihate davet ediyoruz. Dersimiz büyük günahlar. Yani ümmeti yok eden, ümmeti perişan eden, ümmeti imha eden, kardeşlik ruhunu yok eden, sorumluluk ruhunu yok eden ve aynı zamanda Hz Muhammed Mustafa (sav)'in ümmetine layık olmayan hareketler. Çünkü sohbetin ilk dersinde denilmişti ki, şirkin dışında her ne günah işlenirse işlensin, eğer bu günahı işleyen akıl eder, basiret eder, nefsine yedirir, gururuna yedirir ve tevbe eder, pişman olursa bilsin ki Allah (c.c.) onun günahlarını affedecektir. Bilsin ki Hz Muhammed Mustafa (sav) onu kendi ümmetine alacak, şefaatine nail edecektir. İşte Allah bizi kendi rızasından ayırmasın. Resul-ü Zişan Hz Muhammed Mustafa (sav)'in şefaatinden de uzaklaştırmasın.
Bu maksat ve gayeyle bugünkü dersimizi büyük günahlardan yetimin malı ve hukuku üzerine yapacağız. Yetim anneden-babadan daha küçük yaşlarda ayrılmış, kanadı kırılmış, gözleri olmasına rağmen göremeyen, önünü bulamayan, ufkunu seçemeyen, aciz bir şekilde kalmış olduğu dünyada başkasına ve başkasının onu yönlendirmesine ihtiyacı olan yavrularımızdır. Evet, bizler böyle bir toplum olarak da o yetimlere karşı ne kadar sorumluyuz? Ne kadar bunlardan dolayı sorumluluk taşıyoruz? Ve bizlere düşen görev nedir? Bunlara yaklaşımın bize verdiği fayda ne? Bunlara karşı zulmün, onların hakkına geçmenin ve mallarını yemenin bizlere zararı nedir?
Değerli kardeşlerim, Allah Rasulü (sav)'in ümmeti, garip bir ümmettir. Hiçbir hareketi, Kuransız ve Sünnetsiz kabul edilemez. Kuran ve sünnete uygun olmayan hiçbir hareketi kendisine hoş görülmemiştir. O, bu dünyada veyahut ahirette onun karşılığını vermek zorunda kalır. Hatta öyle bir ibare ki, bazı insanlar Kuran ve sünnete ters düşmeyle, O'nun dediklerini yerine getirmemeyle, hem dünyalarını hüsrana uğratırlar. Ve hem de ahiretlerini hüsrana uğratırlar. İşte biz ümmet-i Muhammed (sav), nasihatçimiz olan, akıl mihengimiz olan, kalp nurumuz olan Hz Muhammed (sav)'in sözlerinden ve ahlakından edinirsek, öyle mutlu bir toplum oluruz ki aramızda yetimler ağlamaz, hep gülerler. Aynı şekilde zayıflar ve mazlumlar da hep mutlu olurlar. Kendi arkalarında bizleri bulur, komşusunu bulur, amcasını bulur, dayısını bulur. Hissetmez yetim olduğunu. Hissetmez malum olduğunu. Hissetmez fakir olduğunu. Hissetmez zayıf olduğunu.
Ne güzel bir ümmet anlayışı vardır ki biz de, böyle bir duygudayız. Böyle bir ruhtayız. Aramızda yetimin gülmesi gerek. Aramızda mazlumun gülmesi gerek. Aramızda zayıfın gülmesi gerek. Çünkü onlar ağlarken biz çocuklarımızı güldüremeyiz. Çünkü onlar ağlarken biz evimizde, soframızda gülemeyiz. Hele hele onların malına tevessül eden, onların rızıklarına tevessül eden, onların imkanlarına tevessül eden kişiyi, bakınız ki Allah (c.c.) ne garip ifade ediyor. Bizim ölçümüz nedir? Bizim ölçümüz vahiydir, Kuran'dır ve Hz. Muhammed Mustafa (sav)'dir değerli kardeşlerim. Hiçbir kişi, hiçbir şekilde kafa üretkenliği ile Ümmet-i Muhammed Mustafa (sav)'in öncüsü olamaz. Ümmet-i Muhammed (sav)'ın ölçüsü Kuran'dır ve Kuran ahlakıdır. Çünkü Allah Resulü (sav)'in ahlakı da neydi, Kuran'dı. Hz. Aişe validemize soruldu. Resullah'ın ahlakı soruldu. Nasıl birisi? Nasıl bir ahlaka sahip? O da cevap verdi: “Onun ahlakı Kuran'dı”. Ve bir hadisi şerifte Allah Rasulü: “Allah'ın ahlakıyla ahlaklanın. Kuran'ın ahlakıyla ahlaklanın.” buyurmaktadır.
İşte Kuran, bizlere yetim konusundaki net uyarıyı veriyor. Ve sert uyarıyı veriyor. Akıllı olun. Bakınız bu dünya geçicidir. Bu dünya içerisinde hakkına geçtiğiniz yetimin malından sizin sorgulamanızın vakti muhakkak gelecek. O gün muhakkak sorgulanacaksınız. İşte Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Haksız yere, zulmederek yetimlerin mallarını yiyenler var ya muhakkak ki onlar karınlarını dolduran bir ateş yemiş olurlar ve onlar cehenneme gireceklerdir.” Ne garip bir ayeti kerime. O kimseler ki, hani o hiç vicdan etmeyip, mal ve mülk hırsına kapılıp önünü görmeyen basiretsiz insanlar vardır ya, o yetimin malını yiyenler var ya, o yetimlerin malına girenler var ya, hakları olmaksızın yetimlerin malına tevessül edenler, yiyenler, muhakkak ki onlar ateş yiyorlar. Muhakkak ki onların midelerinde ateş kaynıyor. Onlar farkında değiller. Bir yetimin malına geçerken, bir yetimin hakkını yerken, bir yetimden dolayı “ne olur ki” deyip onun rızkını yiyenler var ya, onun malına geçenler var ya onlar bilsinler ki midelerinde ateş taşıyorlar. Onlar midelerine ateş koyuyorlar. Ve öyle bir gün gelecek ki onlar kor ateşlere dayandırılacaklar.
Değerli kardeşlerim. Allah bu günden bizi muhafaza etsin. Ve bu tür hastalıklara kapılmış insanlara hidayet nasip etsin. Yumuşak kalp nasip etsin. Merhamet nasip etsin. Çünkü eğer onlar bilerek veya bilmeyerek bu hata içerisindelerse yol yakınken tevbe etsinler. Yol yakınken onların haklarını iade etsinler. İnan ki ölüm gelecektir. Bu keyfinde olduğu dünya elbet bir gün bitecektir. Ama gittiğinde de yeni bir dünya başlayacak. O dünya işte bugünkü dünyanın tarlasıdır. Bu geçici dünyada elde ettiğini, “ne ekersen onu biçersin” kavramıyla bu dünyada ne ekmişse kabirden sonraki hayatta onu alacaktır. Çünkü “Dünya ahiretin ziraat tarlasıdır.” Dünyada ne yapmışsan ahrette onu bulursun.
Onun için, diğer bir ayeti kerimede sanki bir ısrar var. Hani “niye kendinize zulmediyorsunuz? Niye kendinizi Allah'ın gazabına müstahak ediyorsunuz? Niçin bunun idrakinde olmuyorsunuz da bir yetimin malının bir ateş gibi karnınızda kaynamasına göz yumuyorsunuz? Ve sizler o ateşlere kondurulacaksınız. Niçin bunu akıl etmiyorsunuz? Niçin buna akıl erdiremiyorsunuz?” Bunları dercesine “Yetimin malına yaklaşmayın.” buyruluyor Kuran’da. Ne olursunuz. Yetimin malı sizi yok eder, imha eder. Hem dünyanızı hüsran, hem ahiretinizi perişan eder. O mazlum insanların, o babasız insanların, o annesiz insanların, o sahipsiz insanların, o zayıf insanların malına geçip de onları incitmeyin. Onları gözyaşıyla bırakmayın. Onları sırt üstü bırakmayın. Elbet bir gün senin yakandan da çok farklı tutulacak.
Ama “yok hayır, ben bu yetime bakacağım. Bunun karşılığında da kendisinden almam gereken bir mal olması gerekir” diye düşünüyorsan ayetin devamında şöyle buyruluyor: “Ancak hak ettiğin kadar onun malından al.” Hak edeceğin kadar, emeğinin karşılığı, terinin karşılığı kadar al. İstiyorsan babanın hayrına da yapma. Yap ona iyiliği, al karşılığını. Ama zulüm de etme. Mademki yapmıyorsun, mademki o teatuf, o acıma korkusu, karşılıksız yapma hırsı sende yok. Karşılıksız yapma inceliği ve insanlığı yok. O zaman hak edeceğin şekilde onun malına iliş. Hak ettiğin miktarda onun malına iliş. Eğer zulmedersen, bil ki bu sana kalmayacak.
Ayet-i kerime şöyle devam eder: “Hatta ki o artık malına kavuşabilir, sahiplenebilir yaşa gelene kadar ona sahip çık.” Ve hak edeceğin terinin karşılığını al. Ne zaman ki o malına mülküne sahip çıkabilme gücüne gelirse, “al yavrum, elimi çekiyorum senin malından. Malından hayır göresin.” deyip iyi bir şekilde ondan ayrıl. Onun bedduasını alarak değil. Nefretini alarak değil. Kinini alarak değil. Onun rızasını alarak al. “Geç malının üzerine” diyebilme gücü onda gördüğün an malını ona teslim et.
Değerli kardeşlerim, Allah Rasulü (sav) ümmetinin daha iyi anlaması için her zaman hadisleriyle ümmetini uyarmıştır. Çünkü onun hadislerinin bağlayıcılığı ile aynıdır. Hatta İslam alimleri hadis-i “Vahyi ğayri metluvv” diye tabir etmişlerdir. Metluv olunmayan, yani Cebrail (as) vasıtasıyla gelmeyen, vahiyle kendisine ihbar edilmeyen sözlerine “Vahyi ğayri metluvv” denilmiştir. O vahiyler ki o vahiy ki tilavete geçmemiştir. Yazıya geçmemiştir. Okumaya geçmemiştir. Onun için Rasullah (sav)'in sözlerini Kuran'dan ayrı şekilde kabul etmeyi, Kuran kabul etmiyor ve şöyle buyuruyor. “O, hiçbir şeyi kendi nefsinden, kendi ağzından konuşmaz. Onun bütün konuştukları vahiydir.”
Onun için, Allah Resulü (sav) bizleri uyarıyor. Bizleri böyle hataya girmekten alıkoyuyor. Ve bir örnek getiriyor. “Allah Resulu (sav)'dan sahabe-i güzin Ebu Hureyre (ra) şöyle bize rivayet ediyor. Allah (c.c.) kabirlerinden bir kavmi diriltir. İhya eder. O dirilen kavmin karınlarından, midelerinden ateş fışkırıyor.” Evet, değerli kardeşlerim, Rasulullah (sav) bizlere bu manzarayla geliyor ki ilişmeyelim harama. Ki korkalım. Yetimin malına ilişmeyelim. “Bakınız o rahat yiyebildiğimiz, “dünyada elimdedir. Ne yaparsam yaparım” diyebilme gücüne sahip olduğumuz mal, işte siz geri öldükten sonrada bu şekilde karşınıza çıkıyor” diyor Resullah (sav). “Siz o malı dünyada rahatlıkla yiyordunuz. Keyif alıyordunuz. Zevk alıyordunuz. Bu gözyaşıylayken sen çocuğunu sevindiriyordun. Sen bunun malı üzerine zevk-u safa ediyordun değil mi? Ey kavim. İşte sizler var ya, sizler dirildiğinizde, sizin karınlarınızdan, midelerinizden ateşler fışkıracak.” diyor Rasulullah (sav).
Hadis-i şerifin devamında Allah Rasulü (sav) şöyle buyuruyor: “Ağızlarından aynı zamanda ateş püskürecek.” Rasulullah (sav)’e biz ümmetin şahsında, biz ümmetin vekili ve kefili olarak soruyorlar. Sahabeler soruyor. “Kimlerdir, onlar Ya Resulallah.” Karınlarından, midelerinden ateş fışkıran; ağızlarından ateş süzülen, püskürten o kavim, o insanlar kimlerdir ya Resulallahi? Efendimiz cevap olarak buyurdular ki: “Görmüyor musunuz? Ey sahabelerim. Ey ashabım. Duymadınız mı ey ümmet? Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor. “O insanlar ki, o kimseler ki yetimlerin mallarını onlara zulmederek yerler.” Hakları olmayarak yerler. Kendilerine ait olmadıklarını bile bile yiyorlar. Onları gözyaşına boğarak yiyorlar. Çocuklarını sevindirmek için onlara zulmediyorlar. “Onlar muhakkak ki o malı yemiyorlar. O yetimlerin malını yemiyorlar. Aslında onlar ateş yiyorlar ateş.” Onlar ateş yiyorlar. Ama farkında değiller. Zevkli geliyor. İşte farkında olmadıkları zevkli mal var ya, bugün nasıldır? Tadını onlara tattırıyoruz. Bugün nasıldır. O tadı onlara tattırıyoruz. O yetimin malını ona tattırıyoruz. Buyurun dünyada zevkle mi yiyordun. İşte o zevkle yediğin malın, bugün zevkini al. Allah Teâlâ bu ayeti kerimede bunu söylüyor biz Müslümanlara.
Değerli kardeşlerim. Basite almayın. Kıyamet gününde yetimin hakkına geçen insanlar haşr olunurken Allah Resulu (sav) onların alametlerini, onların nişanlarını, onların belirtilerini ifade ediyor. Nasıl biliniyor bu sınıf insan? Onların etrafında onlara baktığı zaman o insanlar onun kim olduğunu biliyor. Sen yetimin malını dünyada yedin değil mi? diyebilecek belirtileri Rasulullah (sav) ifade ediyor. Onun ağzından, kulaklarından, burnundan, gözlerinden ateşler fışkırıyor. Alevler fışkırıyor. “Ve bu sınıf insan yetimin malını yiyen insandır” diye herkes birbirine söyler. İşte Allah (c.c.) onları öyle rezil eder. Bütün her gören kim varsa onun yetim malına geçtiğini bilir ve birbirleriyle söyleşirler. Allah sizleri ve bizleri bu manzaradan muhafaza eylesin. Her kim varsa bu manzaranın dairesinde Rabbim onlara da hidayet nasip etsin. Şuur nasip etsin. Pişmanlık nasip etsin. Fırsat elde iken, nefes bu kalıptayken niçin tevbe etmeyelim. Verilmiş bir fırsat. Niçin değerlendirmeyelim? Niçin bu manzaraya bırakalım? Niçin kabirden sonraya bırakalım? Gelin tevbe edin. Gelin tevbe edelim. Allah'ın rızasına, Resulu Zişan Hz Muhammed Mustafa (sav)'ın da şefaatine nail olalım.
İslam ulemalarının, yetimi kollayan, yetime mükellef olan, yetime bakan kişinin kendisine verdikleri bir yetki vardır. Biraz öncede bahsedildiği gibi hak edeceğin noktada onun malından istifade edebilme yetkin var. Faydalanabilir. Ama ona zulmederek tamamıyla ona, onun malına konarak, onun hakkına geçemez. Onun için İslam hukukunda, İslam hukukçuları, İslam ulemaları dört mezheb dairesinde bizlere gerçekten bir yetimin mal varlığı var, imkânı var. Sizinde yok. Veyahutta varda karşılıksız yapmak istemiyorsunuz. “Ben karşılıksız senin tarlana bakmam. Ben karşılıksız senin mallarına bakmam. Ben karşılıksız senin imkânlarına bakmam.” deme noktasında hak etmen gerekir bir miktar varsa hak edeceğin kadar o miktara ilişeceksin. O hak edeceğin şekilde ondan faydalanabilirsin. Aksi halde fazlası haramdır, ateştir ve aynı zamanda hüsrandır.
Onun için, ayet-i kerimede “Her kim zenginse, ihtiyacı yoksa kollayacağı ve kollamak istediği bir yetimin malına ihtiyacı yoksa malı yerindeyse, “ne olur hakkımdır deyip” onun malını yemesin. Ondan sakınsın. Ama fakirse onu güzellikle, hakkı olarak yesin.”
Peki, olur ki onun malından bir mal ona geçmişse ne yapacak? Nasıl hesap verecek? “Seni şüpheye koyan şeyi şüphesizliğe bırak” diye bir kaide vardır. Resulu Zişan Hz Muhammed Mustafa (sav)'in hadisidir bu. Usul-u fıkıhta da bir kaidedir bu. Seni şüphede bırakan şeyi şüphesizliğe terk et. Seni şüphede bırakıyorsa, “ilişirsem olur ki malı bana geçiyor” diyebilme imkânı ve şüphesi varsa kendi malından ye. Elhamdulillah Allah sana verdi, zenginsin. “İlla bir şeye karşılık olarak ben o yetime bakmalıyım” deme hırsına kapılma. Ki senin ona bakmanda karşılığını muhakkak bir gün göreceksin. Ve alacaksın. O da Allah'ın rahmeti, Hz Muhammed Mustafa (sav)'ın da şefaatidir. Ama yok, o yetimi kollayan, o yetime sahip çıkan fakirse, gücü yerinde değilse, imkanı yoksa, ama o yetiminde malı varsa, imkanı varsa hak edeceği şekilde ondan istifade etsin, faydalansın. Çarçur etmesin. Önünü kapatmasın. Onu imha etmesin. Keyfine göre onun malından tasarruf etmesin. Onu bir yevmiye usulü güncel hak edeceği miktar neyse, o usula dönüştürüp ve o şekilde ondan faydalansın. O yetimin de gönlünü alıp başını okşasın; severek ve sevdirerek yapsın.
Onun için, değerli kardeşlerim! İslam ulemaları dört şekilde, şu dört yerde, bir insanın, bir yetimin malından faydalanma hakkı olduğunu ifade etmektedir. Bunların dışında hiçbir şekilde ve şartta, hiç kimsenin bir yetimin malından faydalanamayacağını ifade etmektedirler:
1) Borçlanma usulüyle, tekrar geri vermek üzere yetimin malından faydalanabilir. Sıkıntıya girdi. Durumu dara girdi. Yanında kardeşinin oğlu, dayısının oğlu, akrabalarından biri veyahutta emanet usulü kendisine teslim edilmiş yetim bir çocuğun malı var. O yetimden borçlanma usulüyle, tekrar iade etmek şartıyla onun malından faydalanabilir.
2) Biraz önce belirttiğimiz nokta gibi. Fakirdir. İmkânı yok. İsraf etmeksizin, malına göz dikmeksizin, onun hakkına geçme niyetini taşımaksızın, onun malını hak ettiği şekilde alır. Ne kadar hak ediyorsa onun malından istifade eder.
3) Yine de yetim için herhangi bir iş yapmasında, o yetimin bir ihtiyacını gidermesinde, o yetimin ihtiyacını gidermede kendi ne kadar hak edebiliyorsa o hakkını alabilme, ve emeğinin karşılığını alabilme salahiyetine sahiptir. Diyelim ki bir yetimin evini yapıyor. Veyahut onun bir işini tutuyor. Hak ettiği günlük yevmiyesi neyse o yevmiye dairesinde o yetimin malına ne yapabilir, ilişebilir, onu alabilir.
4) Zaruri bir ihtiyacı olursa ve gerçekten bu ihtiyaç zarurettense o zaman da bu yanında bulunan yetimin malından faydalanabilir. Fakat israf zaruretten değildir. Yani bir insan bir eşyasını yenilemek, modelini yükseltmek, daha rahat yaşamak maksadıyla bir yetimin malını kullanamaz.
Günümüzün insanların zorluğu zaruretlerinde değildir, israflarındadır. Ya arabasının modelindedir. Ya evindeki döşemenin eskimesindedir. Onun için günümüzün insanları zaruretlerinden dolayı sıkıntıda değiller. Hayatlarındaki israflarından dolayı sıkıntıdadırlar. İşte zaruret nedir? Yiyecek ekmek bulamamak, giyecek elbise bulamamak; işte bunlar zarurettir. Eğer bir insan herhangi bir durumda, o anda olması gereken en zaruri ihtiyaç duyduğu parayı bulamazsa ve malı bulamazsa, burada yanındaki bulunan yetimden zarureti kadar ihtiyacını giderebilecek kadar onun malından alabilme yetkisi vardır.
Fakat bu da yine iade etme şartıyla olmalıdır. Ama şartlar gerçekleşmedi. Durumu bir türlü eskisi gibi olmadı. Onu ödeyebilme gücü doğmadıysa, Allah'ın rahmetine sığınsın. Tevbe etsin. “Ya Rabb. Biliyorum ki bu yetimin malı bendedir. Hakkı bendedir. Ama bu malı tekrar verebilme gücü de bende olmadı. Veremiyorum. Sen ona fazl-u kereminle iade et. Beni de affet.” deyip Allah'a sığınmalıdır.
Değerli kardeşlerim. Allah Rasulü (sav), malumunuz ki kendisi de bir yetimdi. Hayatın bütün zorluklarını o geçirmiştir. Hem anneden, hem babadan hayatın nasıl olduğunu tadan birisidir o. Amca kefaletiyle, akraba kefaletiyle yol alan birisi. Fakir olup herkese muhtaç olan birisi. Onun için, yetimin öncüsü olan, yetimin kefili olan, yetimin sahibi olan Rasulullah (sav) onu her zaman çok farklı anlatmıştır. Çok farklı bir şekilde de ümmetini yetimlere iyi davranmaya ve mümkünse onlara fayda vermeye teşvik etmiştir. İşte Allah Rasulü (sav)'in en güzel, o güzel tanımlarından, o güzel öncülerinden ve o güzel teşviklerinden birisi. Bakınız, kendisinin sözleri nasıl bizlere duyurulmuş ve bizler için de nasıl bir şekilde de örnek olmuştur.
Sahih-i Buhari’de, Allah Resulü (sav) şöyle buyuruyor:
Mübarek elinin iki parmağını birbirine yapıştırmış şekilde; Ben ve yetim, cennette böyleyizdir.” der ve iki parmağın birbirine yakın olması gibi, cennette yetime yakın olacağını ve koruyacağını ifade etmiştir. Ne mutlu bu şerefe erişene. Ne mutlu bu şerefe nail olana ve ne mutlu bu şerefin talibi olanlara. Karınlarından, ağızlarından, burunlarından ve gözlerinden ateş çıkanlardan değil de Rasulullah'ın komşusu olanlardan olmak ne güzel bir şey. Bu nimeti niçin kaçıralım. İki kuruşluk para için, iki dönümlük yer için, o yetimi niçin göz miraslı bırakalım. Hem o yetimin faziletini ve bereketini kaçıralım. Hem de cennette Resulullah’la komşu olmayı kaçıralım. Hani Rasulullah'ı çok seviyorduk. Şimdi sorsak: Rasulullah (sav)'in sevgisine ölçü yok denilecek. Her birimiz öyle diyecek. Ama gel gör ki Rasulullah (sav)'i yaşamıyoruz, dinlemiyoruz ve hayatımıza geçirmiyoruz.
Değerli kardeşlerim. Allah Resulü (sav) bizlere, yetime sahip çıkmamızı, yetimlerle beraber olmamızı, yemeğimizi yetimle yememizi, içmemizi emrediyor. O, kendi ümmetindeki şefkati ve merhameti işaret ediyor; zulmü değil, kini değil, nefreti değil, dünya hırsını değil… “Benim ümmetime layık olan şefkattir, merhamettir. Benim ümmetim şefkatlidir, merhametlidir. Birbirleriyle dayanışma ve yardımlaşma içinde olandır. Ve dayanışma içerisinde birbirlerini kollayandır. Onlar birilerinin gözü yaşlı iken, kendileri gülmezler. Birilerinin sofrasında göz yaşı varken, kendi sofralarında rahat yemek yemezler.” diyor. Rasulullah (sav) ümmetin işte böyle tarif ediyor. Ama bu ümmet kendi değerlerinden şuursuz bir şekilde, şu anda yaşıyor. Değerli kardeşlerim, gelin, kendimize gelelim. Gelin, Rasulullah (sav)'in dediğine uyalım. Gelin Rasulullah (sav)'i evimize koyalım. Gelin Rasulullah (sav)'i hayatımızda tatbik edelim.
Allah Rasulü (sav), yine bizler için müjdeler veriyor. Ucuz bir sermaye kazanmak mı istiyorsun? Rasulullah'la iki parmağın birbirine yakın olduğu gibi, yan yana olmak, bitişik olmak ve O’nunla beraber cennette olmak mı istiyorsun? Dünyada bereketli olmak mı istiyorsun? Dünyada mutlu olmak mı istiyorsun? İşte, Allah Rasulü (sav), şu mübarek sözleriyle bunun yolunu gösteriyor ve teşvikini yapıyor işte bizlere. Allah Resulu (sav) şöyle buyurdu: "Her kim, Müslümanlar arasında bir yetimi tutar götürür, yi­yeceği ve içeceğine onu ortak ederse, Allah onu, mutlaka cen­nete koyacaktır.”

Evet, kim ki kendi içtiğine, kendi yediğine, yani kendi sofrasına bir yetimi eklerse, bir yetimi koyarsa, bir yetimi sofrasından yedirirse ve doyurursa, Allah o yetime yol açana kadar, Allah o yetime bir kapı açana kadar, Allah o yetime sahip çıkana kadar, kim bunu yaparsa muhakkak ki Allah cennetini ona vacib kılmıştır. Onu cennetine koyacaktır. Onun günahlarını affedecektir. O yetimin duasını kabul edecektir. O yetimin gözyaşının akmamasını sağlayan kişi, cennetle müjdelenmiştir. Cennetle müjdelenmiştir, değerli kardeşlerim.
Allah Rasulü (sav) bir diğer hadis-i şeriflerinde bakınız, ne buyuruyor. Hani dedim ya ucuz bir sermaye. Allah Resulu (sav) ümmetini öyle seviyor ki elde etmesi gerektiği yerde ne gerekiyorsa onu ümmetine vermek için yollar gösteriyor. Çünkü O, ümmetinin ağzından, burnundan, karnından ateş fışkıran değil, kendisiyle cennette beraber olacak şekilde arzu ediyor. O, ümmetini karnı ateş fıçısı haline gelmiş değil de, kendisiyle gür çimen içerisinde olup, Kevser suyundan içen olarak görmek istiyor. Onun için, bu ucuz sermayeyi kaçırmayın. Yok mu, malınız? Yok mu, yedireceğiniz birşey? Yok mu, imkanınız? Allah Resulu (sav) “gönül al” diyor. Gönül al. Yetimin gönlünü al. Okşa yetimi. Kalbini al, duasını al, onu kazan. Sana o ağlasın. Sana o yalvarsın. Sana o gelsin. Sana sırt çevirmesin. Seni gördüğü yerde beddua etmesin. Senden kaçmasın. Belki imkân sahibi değilsin. Mal sahibi değilsin. Belki sofranda oturtacak bir yemeğin yok. Bir içeceğin yok. Ama gönül alma sanatında mı yok. Güler yüzlülüğünde mi yok. Şefkat ve merhametinde mi yok.
Onun için, Allah Resulu (sav) hadisi şöyle irad ediyor: "Kim sırf Allah rızası için şefkatle yetimin başını sıvazlarsa, elinin değdiği saçlar sayısınca ecir ve sevab kazanır. Yanında ki yetime iyilik yapan kimse ile ben, şu iki parmak gibi cennette beraber olacağız." buyurdu ve orta parmağıyla işaret parmağını aralarını açarak gösterdi.” Ne güzel bir hadis, ne güzel bir servet, ne güzel bir imkân. Ya Rab, bizi bu imkândan etme Ya Rab. Ya Rab bizi bu imkândan mahrum etme. Allah Resulu (sav) buyuruyor. Bakınız burayı iyi dinleyiniz. Her kim bir yetimi sadece Allah rızası için, ecrini Allah'tan bekleyerek, karşılığını Allah'tan bekleyerek; onun malına göz dikerek değil, birilerine hoş görünmek için değil, birilerinin yanında olması için değil; sadece Allah rızası için o yetimin başına elini koyarsa, o yetimin başını okşarsa, o yetimin başındaki saçlar sayısınca, kıllar sayısınca, tanesince üzerine rahmet yağacaktır. Sayabiliyor musunuz başındaki saçları? Sayabilme gücünüz var mı? Peki, bu rahmeti kaçırabilme gücümüzde var mı? Var. Çünkü imtihandır. Bu imtihandır. Bu dünya imtihandır. Ele geçmiş bir imkân, ele geçmiş bir fırsattır. Evinde, ailesinde, mahallesinde bir yetim var. Başını okşayacak gücüde var. Ama yapmıyor. Allah Resulu (sav) “her kim ki bir yetimin başını okşar, karşılığını da Allah'tan bekler, Allah'ın rızası için yaparsa, bilsin ki onun başındaki saçlar tanesince üzerine rahmet yağacaktır, bereket yağacaktır. Ve her kim ha kız, ha erkek bir yetim çocuğa husn-i muamele eder, ona gönül açarsa, ona güler yüzlülük verir, başını okşarsa, cennette benle o işte böyleyiz. Şu iki parmak yaklaşımı, şu iki parmak komşuluğu dairesinde beraber olacağız.” diye buyuruyor.
Değerli kardeşlerim. Allah bu fırsatı bize nasip etsin. Ne ucuz bir şekilde elde edebilme gücü varmış Rasulullah'ı. Ama maalesef idrakinde olmayan bir ümmet. Gafil bir ümmet. Allah şuur versin. Allah bu gafletten bizi uyandırsın. Rabbim o yetimlere karşı zulmü bizlere yaptırmasın. Gönlümüze koymasın. Onlara karşı nefreti gönlümüze koymasın.
Değerli kardeşlerim. Allah Resulü (sav) bizleri hep uyarıyor. Merhametli bir ümmet, şefkatli bir ümmet, birbirlerine dayanışmalı bir ümmet ruhuyla bugün camide de saf olabilme şuurunu bizlere vermiş. Bir değerle bizi uyarıyor. Bizi uyandırıyor. Sizler kardeşsiniz. Birbirinizden sorumlusunuz. Birbirinizin sıkıntılarından dolayı sorumlusunuz. Birbirinizi dert edinmelisiniz. Birbirinizin yoksulunu dert edinmelisiniz. Yetimini dert edinmelisiniz. Hastasını dert edinmelisiniz. Çünkü Resulullah (sav) kendi ümmetine yakıştırmıyor. Açtırmıyor nifakı, ayrılığı, ayrıcalığı ve umursamaz bir hayatı kendi ümmetine yakıştırmıyor. Hatta öyle bir uyarı veriyor ki: “Kim ki, müminlerin dertleriyle dertlenmez, sıkıntılarıyla dertlenmez, zorluklarıyla dertlenmez, umursamaz bir insansa; bilsin ki müminlerden değildir.” buyuruyor. Çünkü mümine yakışmayan bir tavır var kendisinde. Gelin tevbe edelim. Ne olursunuz gelin, tevbe edelim. Gelin, Allah ve Resulü’ne dönelim. Hayatımıza Allah ve Resulünü geçirelim.
İmamı Rabbani: “Sen küçük devleti kuramadan, büyük devleti kuramazsın.” diye buyuruyor. Yani, bireysel ıslah sağlanmadan toplumsal ıslah sağlanamaz. Bizler de bu bedeni haramlarla meşgul ederek, zulümle meşgul ederek bir başkasına örnek olamayız. Bir başkasında etkili olabilme gücü yok ki. Ne olursunuz, gelin, haramlara sırt çevirelim. Elbet bir gün öleceğiz. “Kim gençliğinde ölmezse ihtiyarlığında ölecektir.”“Kim kılıçla ölmezse başka bir sebeple ölecektir.” Nitekim sebebler çoğalmış. Kalp krizi, beyin kanaması, trafik kazası, vesair. Ölüm yok mu neticesinde.
O zaman hazır olalım. Gelin, bu cennet dünyayı kabir intikaliyle hakiki cennetle buluşturalım. Ana rahmindeki o karanlık dünyadan bir cennete geldik. Cennetin bütün vasıfları var. Hatta sayf ve şitasıyla, (yaz ve kışıyla), iklimsel değişimiyle cennetten de daha güzel diye tabir eden âlimler var. Peki, bunu niçin bir kabre konuluşla, toprağın üzerine konuluşla hesaba dönüştürelim. Evet, çünkü Rasulullah (sav) öyle buyuruyor. “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veyahut cehennem çukurlarından bir çukurdur.” Allah kabirlerimizi cennet bahçesinden etsin. Ama daha hayattayız. Nefes bu kalıpta. Fırsat elde. Ayette buyrulduğu gibi: “Ey iman edenler! Allah’a Nasuh bir tevbe ile tevbe edin.” (Tahrim/8) Yapmış olduğunuz bütün günahı elinizin tersiyle itin. Çünkü ümmete verilmiş bir fırsattır bu. Yine başka bir hadis-i şerifte: “Günahlarından tevbe eden hiç günah işlememiş gibi muamele görür.” buyrulmaktadır.
Değerli kardeşlerim. Allah Resulü (sav)'a sorulmuş. “Kalbimiz nasıl yumuşar? Katı kalpliyim, sertim. Bu kalbim nasıl yumuşar?” diye sahabeler ümmetin şahsında Rasulullah’a sormuşlar. Çünkü sahabeler yine Allah Resulü (sav)'in deyimiyle: “Sahabelerim yıldızlar misalidir. Hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz.” Şeklinde ifade edilmiştir. İşte sahabeler bizim önümüzdeki nur misali bizleri hidayete götürenlerdir. Peki, kimin sözleriyle? Hz Muhammed Mustafa (sav)'ın sözleriyle. Evet, sahabelerden biri Rasulullah (sav)'a soruyor. Ve kalbinin sertliğinden şikâyet ediyor. Kalbinin kasavetinden şikâyet ediyor. Hadis-i şerifte şöyle buyruluyor “Bir adam, Allah Rasulü’ne gelerek kalbinin sertliğinden şikâyet etti. Buyurdular ki: "Kalbinin yumuşamasını ve ihtiyacının giderilmesini istiyorsan yetime merhamet et, onun başını okşa ve ona kendi yediğinden yedir." Garip bir ibare. Eğer arzu edersen; merhametli olmayı, şefkatli olmayı, kalbinin güzelliklerle dolmasını ve aynı zamanda yumuşamasını, merhamet dolmasını istersen, yetimi kendine yaklaştır. Yetimi korumana al, evine al, göğsüne al. Onun başını okşa. Kendi yediğinden yetime yedir, içtiğinden yetime içir. Ve işte bu yaptığın muamele, bu yapacağın güzellik senin kalbini yumuşatacaktır. Ve aynı zamanda korkma. Sofrandan da bir şey eksilmeyecek. Allah bereketiyle sana onu iade edecektir.
Değerli kardeşlerim. İslam sosyal hayatın bütün değerlerini kapsayandır. Hiçbir iğne ucu kadar yer yoktur ki İslam oraya müdahale etmesin ve orda insanlığın mutluluğunu arzu etmesin. Ama birilerini de gözyaşıyla bırakabilir. İlla ki herkes mutlu olacak, diye de bir kaide yoktur İslamn’da. Fakat sen mutlu olasın diye birilerinin ağlamasına sebep olmak, İslam’da yoktur. İslam da zulüm yoktur. Onun için, gelin, sosyal hayatın bir gereği olan aramızdaki bu yetimlere sahip çıkalım. Mazlumlara sahip çıkalım. Zayıflara sahip çıkalım. Güçsüzlere sahip çıkalım. Ekmeğimizi onlarla paylaşalım. Rızkımızı onlarla paylaşalım. Çünkü Allah Resulu (sav) bunu cihad olarak ilan ediyor. Her kim bu şekilde, kendi toplumundaki yetimle muamele ederse Allah Resulu (sav) onu mücahid olarak ilan ediyor. Ve kendi lafzı mübarekesiyle şöyle buyuruyor: “Yetime ve dula hiçbir dünya metaı gözetmeksizin sahip çıkan kimse Allah yolunda cihat etmiş gibidir.” Dünya maksadı olmaksızın, yetime ve dula sahip çıkan, onlara gölge olan ve maksadını fillah (Allah rızası) yapan, muhakkak ki Allah yolunda cihad edercesine, vatanını korurcasına, namusunu korurcasına ecir sahibi olur. Gelin, bu ecri kaçırmayalım.
Allah'u Teâlâ hepimize şuur versin, basiret versin. Tevbeyi nasip etsin. Bizleri kendi merhametiyle yâd etsin. Memleketimize huzur ve istikrar versin. Bu memleket üzerinde her ne oyun varsa, her ne hile varsa, ümmetin huzuruna uzanan ne kadar kirli el varsa Rabbim kırsın, perişan etsin, darmadağın etsin. Birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi, Hz Muhammed Mustafa (sav)'ın sevgisiyle yoğursun. Allah hepinizden razı olsun. ÂMİN
Efendimiz (SAV)’in ravza-i mutahharaları ve sadaat-ı kiramın ruhları için EL-FATİHA