Yaşar Doğu, dürüst ve geleneklerine bağlıdır. Güreşçilerle ilgilenip, dertlerine çare arayarak öm­rünü tüketmiştir. Dünya şampiyonu Ali Yücel’in işe girmesi için devrin Başbakanı Adnan Menderes’e mektup yaz­mıştır. Mustafa Dağıstanlı’nın anlattığı bir hadise ise çok ilginçtir: “Konya’da yapılan bir müsabakada genç bir güreşçi, Yaşar Doğu’ya gelerek işe girmek istedi­ğini söyler, o da beni göstererek “Mustafa’yı yen işe aldırayım.” der. Daha evvel bana gelip yalvaran bu güreşçi ile minderde oynaşmaya başladık. Bu durumu gören Yaşar Hoca: “Dağıstanlı, minderin şerefi var, haysiyetsizlik yapma, yeneceğin ada­mı, milletin önünde küçük düşürücü şekilde oynama, güreş mert adam işidir.” dedi. Ondan sonra ben adamı yenmek zorunda kaldım. Olayı, sezen Yaşar Doğu “Bu adam işe yaramaz.” dedi ve işe almadı. Nedir bu? Şam­piyonluk psikolojisine sahip olmamak mı? Tam tersine, dersine iyi çalışmamış birinin imtihana girmesine benziyor. Ben, güreşirken kendime çok güvenirdim; ama bu güven üstün yeteneklerim yüzün­den değildi. Çok çalışıyorum diye düşünürdüm. O kadar çalışıyordum ki, raki­bim benden korkmalıydı. 1956 Olimpiyatları’ndan döndükten sonra yine hum­malı bir çalışmaya girmiştim. İsmail Hakkı Güngör: “Niye, kendini paralıyor­sun? Sen, olimpiyatlardan yeni dönmedin mi, hem de altın madalyayla?” dedi. Herkes dinlenmem gerektiğini söylüyordu; ama ben o andan sonra çıkacağım her müsabakada rakiplerimin sadece beni yenmek için çalışacağını düşünür­düm ve ben, daha çok çalışmazsam yenilirim, derdim. En zor karşılaşmanız hangisiydi? Melbourne, yıl 1956. O zaman kilo düşmemiz gerekiyor. Yani tartıya çıkaca­ğız benim, 57 kilo olmam gerekiyor; fakat o zamanki kilom 62. Tabii bir takım oyunu bu olimpiyatlar. Ben, aslında 62 kg’da da birinci olurum ama amaç çok madalya götürmek. 62 kiloda Bayram vardı. Yaşar Doğu, o da altın alsın istiyordu. Bana diyorlar ki: “Kilonu düş!” Saunaya gittik, kilo düşüyoruz. Düştüm düştüm 500 gramım kaldı. Ama mümkün değil düşemiyorum. Celal Atik dedi ki: “200 gramın kaldı, ağzına bir şey koymaya­caksın, sabaha kadar bir şeyin kalmaz.” Ben, kendimi biliyorum, mümkün değil olmaz bu hesap. “Olmaz, hocam ben biraz daha kalayım.” dedim. Yaşar Doğu araya girdi: “Adam, senin yaşın kadar güreşmiş, sen daha mı iyi bileceksin?” dedi, bana.  Ertesi gün ne oldu? Sabah oldu, benim dediğim doğru, kiloyu düşememişim. Saunada ölüyorum. Nasıl bir stres, nasıl bir sıcak. Yaşar Hoca, 1000 sayıyoruz deyin; ama 3000 sa­yın, düşsün o kilosunu diyormuş. Benden gram ter çıkmıyor. En sonunda Celal Atik aldı havluyu benim omzuma koydu. Nasıl sert testere gibi geldi. “Aman!” dedim. “Beynim zonkluyor; bana dokunma.” O sırada Rusların güreşçisi beni yattığım yerde gördü ve bana masaj yaptı. Meğer Yaşar Doğu bunu görmüş ve bana çok kızmış Hocasına, dokunma diyor; yabancıya ise masaj yaptırıyor diye. Neyse sonunda ben inat ettim ve o kiloyu düştüm. Maçın öncesinde ağzı­ma su bile koymadan güreştim. 57 kiloda altın madalyayı kaptım. Yaşar Hoca, müsabakadan sonra beni kucağına aldı, dedi ki ve “Şimdi, seni affettim.” dedi.